06.12.2019 - 10:20 | Son Güncellenme:
Ceren Akardaş
Aile Geleneği’nde özellikle kurgusuyla çok dikkat çekici bir roman. Sonda olacakları tahmin etmek neredeyse imkânsız. Yazar olarak bu kitapta sizi en çok ne şaşırttı?
Finali. Emin olun en sondaki o manevrayı ben de beklemiyordum. Benim de tüylerimi diken diken oldu. Masadan kalkıp biraz dolaşıp geri geldim. Ürktüm. O yüzden okurun şaşırmasını da anlıyorum. Karakterlere yeterince şans verirseniz, yani onların sesini dinleyip tam olarak ne istediklerini anlamaya çalışırsanız onlar size bunun karşılığını veriyor. Elinizden tutup asla hayal edemeyeceğiniz yerlere götürüyorlar sizi. Onun da bambaşka bir hazzı var. Tamamen sezgiye teslim olmak bu.
Kitaptaki iki aile arasındaki farkı çok eğlenceli anlatmışsınız. Daha düşük sınıftan olan Aslı’nın ağzından: “Aramızda yarım sınıf fark vardı Yücel ile. Onlarda fevkalade, bizde maşallah. Onlarda şans, bizde kısmet. Onlardan biri ölünce ışıklar içinde giderdi, bizden birine Allah direkt rahmet eylerdi. Onlar Ajda Pekkan’dı, biz direkt Yıldız Tilbe” Kitapta iki anlatıcı var ikisi de Sümerlerden. Bu iki aileden birinde doğacak olsanız siz hangisini seçerdiniz? Sanki Sümerlerden yana gibisiniz.
İki seçenekten başka seçeneğim yoksa Sümerler, evet. Daha gerçek onlar. Hakikate daha yakın yani. Bir de Hikmet Ailesinde anlattığım o kibre gerçek hayatta da tahammül edemiyorum. Kendini yukarıda konumlayan, sınıf farkı dayatan tavrı iğrenç buluyorum. Bana göre orası insanlıktan çıkış. Çünkü bana göre insan ve hayat hakkındaki en basit bilgi, aciz ve ölümlü oluşumuz. Üstelik çok belirsiz ve kısa bir süreliğine buradayız. Bu bile bizi eşit kılmaya yeter. Bu basit bilgiden muaf olamazsınız. Bu, büyük ve derin bir cehalet göstergesidir. Ben insanları kalplerine göre ayırıyorum. İnsanların kalplerine göre ayrılmadıkları bir dünyada yaşadığımın farkındayım. İnsanlar sınıflarına göre ayrılıyorlar, ırklarına, dinlerine, cinsiyetlerine, eğitim seviyelerine, hatta yaşlarına göre de ayrılıyorlar. Ben kalplerine göre ayırıyorum. Bunu da babamdan öğrendiğim. Dilerim ömrüm boyunca bunu yapabilecek durumda olurum.
Kitabın 9. Bölümünün ismi “Geri Kalpli” ve bir mektupla açılıyor. “Ne seni sevebiliyorum ne de başka birini. Geri kalpliyim ben. Lütfen bir özür olarak gör bu yönümü” diyor mektupta. Geri kalpli ilk defa bu kitapta duyduğumuz bir tabir. Muhtemelen bundan sonra kullanılacak. Siz “sevmeyi beceremeyen” manasında kullanışsınız. Kitaptaki birçok karaktere de uyuyor sanki bu durum. Siz de öyle mi düşünüyorsunuz?
Evet… Geri kalpli tabirini çok sevdi okurlar. Sizin dediğiniz gibi düşünüyorum ben de. Yani genel olarak bir sevmek sorunu var karakterlerde. Sevmeden sevilmeye çalışılan dünyadaki insan da bu kadar olur gibi bir yere gidiyor bu. Tam olarak bu şekilde düşünerek yazmadım tabii. Ama dünyaya bakınca da aşağı yukarı bunu görüyorum. Mutsuz ve yalnız bir kalabalık. Ama aslında sırf sevilmediklerinden değil, sevmeyi bilmediklerinden. Ya da bir noktada bırakmışlar. Vazgeçmişler. Zaten birbirini doğurmuyor mu? Herkes mütemadiyen sevilmek peşinde. Sanki sırf sevildiği zaman var olmayı başaracakmış gibi. Tabii, sevilmek güzel de… Sevmek işinin bize hiç mi faydası yok? Herkes korkuyor kalbini açmaktan. Çünkü sevmeyince, kırılmıyor da… E o zaman daha mı mutlu oluyor? Yaşamak böyle bir şey mi? Bu gayri insani tavrı da havalı bir şeymiş gibi sunuyorlar. E kalbimiz kurusun o zaman! Saçma sapan, yavan bir döngü. Kalbin varsa ara sıra kırılır, onarırsın ve yaşayama devam edersin. Seni insan yapan, hayatı da yaşamaya değer kılan şeylerden biridir bu. Kalbin kırılmasın diye insanlıktan çıkmanın alemi yok. Sürekli mutlu olmaya çalışmak, mutsuz olmaktan daha yorucu. O mektubun devamında öyle bir bölüm olacaktı.
“Durmadan mutlu olmaya çalışmanın, bu çabanın, mutsuzluğun kendisinden daha yorucu olduğuna ikna oldun mu Dila? İnsan en kısadan bunu öğrenmeli. Bunu bilmeli ki kendini boş gayretler peşinde hırpalamasın” diyor mektubun devamında. Peki, insan mutlu olmaya çalışmayı bırakmalı mı gerçekten?
Hayır. Oradaki mutlu olmaya çalışmak, sadece mutlu olmaya çalışmak. Sürekli âşık olmak gibi yani. İkisi birbirine benzer fanteziler zaten. Gökkuşağı yakalamak gibi. Ben diyorum ki insan hayatın getirdiği duyguların üstesinden gelmeyi bilmiyor. Hayat hepimize farklı yerlerden zorluk çıkarıyor. Ama hepimize çıkarıyor, öyle değil mi? Bütün o duygular üst üste binmeden ara sıra durup duygularımızı ayıklamamız gerekiyor. Tefekkür etmek bir nevi. Durup bir düşünmek. Anlamaya ve ayıklamaya çalışmak. Evet, her şey çok hızlı… doğru, vakit yok. Ama işte bundan sonrası da insanlıktan çıkış. Her olumsuz şeyi geçiştirerek iyileşemeyiz. Kısa süreliğine kendimizi kandırmış oluruz. O zaman bütün o saklanan duygular tam da mutlu olacağımız zamanda gelip ortalığı dağıtır. Sonra o göğsümüze aniden dolan kederle baş başa kalırız. Yaşamın kimyası bu. Tüm duygular iç içe. Maalesef sırf en iyi, en güzel, “bize en layık olanları” seçemiyoruz. O bir bütün. Ve hepsi bizim için. İnsanın, hayat içinde bütünüyle ve herkesle eşit biçimde var olmayı öğrenmeden hakkıyla mutlu olabileceğini düşünmüyorum.
Dünya hızla değişiyor. Alışkanlıklarımız da öyle. Bu hızdaki dünyada siz edebiyatı nerede görüyorsunuz?
Evet, dünya değişiyor. Ama insanın ihtiyaçları değişmiyor. İnsan yakınlık istiyor, anlam ve aidiyet istiyor. Haliyle bu ihtiyaçları için başka insanlara ihtiyacı var. Kendisini bir başkasının gözünde gördüğünde var olduğuna ikna olan, bundan memnuniyet duyan bir canlı insan. Edebiyat da insana kendisini göstermek için var. Neyin peşinde olduğunu ondan önce aramış birisi gibi de düşünebiliriz belki. Ya da daha az yalnız ve belki anlamsız hissetme kılavuzu gibi. İnsanın kendisiyle arasındaki ilişkinin bir parçasıdır edebiyat. O ilişki kendimizi, dünyayı ve içindeki her şeyi tanımlamıyor mu? Dünya bu kadar hızlı dönmek için aklını kullanıyor. Ben edebiyatı bu hızdaki dünyanın kalbinde görüyorum.
Dünyanın hızından bahsettik… Dediğiniz gibi daha hızlı dönen bu dünyada alışkanlıklarımız da değişiyor. Artık elektronik kitap da epey yaygın. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben bu değişime karşı değilim. Sadece değişirken insanlıktan çıkmayalım diyorum. Elektronik kitap tamı tamına aynı içeriği daha kolay taşımamızı ve saklamamızı sağlıyor. Koskoca bir kütüphane, düşünsenize… Bu yüzden mümkün olduğunca tercih ediyorum. Ben az eşya insanıyım. Az eşyayla yaşıyorum. Dünyada ne kadar az yer kaplarsak o kadar iyi… Sırf bu sebepten ekitap diyebilirdim. Fakat son birkaç yıldır kitapları çok güzel tasarımlarla yeniden basmaya başladılar. Benim uyuyan fetişimi uyandırdı bu durum. Yani koleksiyoncu tarafıma denk gelmediği sürece teknoloji kazanır.