30.10.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Dünyamız, yorgun ve katı avuçlarında kimsesiz kuşların yumuşaklığını taşıyamıyor epeydir... Kimsesiz kuşlarsa kanat çırpmaya devam ediyor inatla. Ayşe (Selma Güneri) ve Oğuz’un (Ediz Hun) vapurlarından trenlerine, camilerinden parklarına bir İstanbul resitalinin gölgesinde imkânsız aşklarını yaşadıkları “Son Kuşlar” filmi Oğuz’un ağzından dökülen “Siz ki son kuşlarsınız… Terk edilmiş, kimsesiz kuşlar… Nasıl taşıyabilir yumuşaklığınızı dünyamız yorgun ve katı avuçlarında” dizeleriyle biter. Selma Güneri henüz 14 yaşında ona Altın Portakal getirecek bir performans sergilemiş, Ediz Hun ise filmografisine daha 25 yaşında bir başyapıt eklemiştir. Yeşilçam’ın usta iki ismi yıllar sonra tiyatro sahnesinde bir araya geliyor. 28 Ekim’de Tiyatro Ak’la Kara’da prömiyer yapan “Muhteşem İkili” oyununda izlediğimiz Güneri ve Hun ile “Son Kuşlar”ın bambaşka bir alanda yeniden kanat çırpışlarını konuştuk.
Yıllar sonra tiyatro sahnesinde bir araya gelişinizin hikâyesini dinleyebilir miyiz?
Selma Güneri: Bizim yaşımızda ve kariyerde sanatçılar için dizilerde seçim çok önemli. Senaryo önemli, kadro önemli, yapım şirketi önemli... Hepsinin bir arada olması lazım. Dolayısıyla biraz müşkülpesent olabiliyoruz. Seyirciye karşı yılların getirdiği bir sorumluluğumuz var. Bir de dizilerin tuttu tutmadı durumu var. Bunları iyi düşünüp, hesap etmek lazım. Dolayısıyla zor karar veriyoruz. Bir gün otururken bir telefon geldi. Telefonda Ediz Hun. Çok eski ve benim çok değerli, çok sevip saydığım dostum. Sinemaya ilk girdiğim yıllarda “Son Kuşlar”da onunla ilk başrolümü oynadım. O filmde çok heyecanlanmıştım Ediz Hun’la oynayacağım diye... Bana çok büyük katkısı olmuştu. Çok şey öğrendim. Telefonda “Selmacım ne yapıyorsun?” dedi ve ardından “Benimle tiyatro yapar mısın?” diye sordu. “Ediz zor iş o” dedim. Çok alışkın değiliz. “Ben yapıyorum sen de yaparsın” dedi.
Ediz Hun: Selma (Güneri) iyi bir oyuncu. Oyunculuğundan, kabiliyetinden çok emin olduğum için bu teklifi götürdüm. Sinemada bunu yapacak çok fazla isim de yok, kimse alınmasın ama... Bana tereddütlerini söyledin ama “Ben bunu duymamış olayım” dedim. Çok iyi ezberliyor ve ezberini de gayet iyi bir oyunla aktarabiliyor.
Selma Güneri: Çok güzel bir yaklaşımdı. Bana o kadar moral verdi ki... Birden “Hadi Selma” dedim. O hâle getirdi beni. Derken başladık, her gün provadayız. Çok heyecanlı. Ediz Bey’in ikinci tiyatro oyunu o kendini kanıtladı, şimdi bana sıra geldi. Karşımda Ediz Hun olduğu için, birbirimize de çok alışkınız, frekansımız tutar. Dolayısıyla rahatladım.
Peki, çok uzun yıllardan sonra yepyeni bir şeyi deneyimliyor olmak nasıl hissettiriyor?
Selma G.: Öncelikle Allah’a şükrettim, bugünlere bizleri getirdiği için. 50 küsur yıldır arkadaşız. Yıllar sonra Ediz Hun’la tiyatro sahnesinde buluşmam beni onurlandırdı. Çok mutluyum. Seyirci çok heyecanlı. ‘80’li yıllarda müzikal yaptım Şan Tiyatrosu’nda, orada sahneye çıktım öyle bir deneyimim var ama bu farklı bir şey.
Ediz H.: Bizde insanlar 60’tan sonra içe kapanık oluyor. Emekli olduktan sonra evine yerleşiyor. TV ile vakit geçiriyor. Yani biraz kendini bırakıyor. Benim tiyatro yaptığımı görünce birdenbire diyorlar ki, “Aferin adama. Bu yaşta bu enerjisi var.” Ben bunu şöhret için yapmıyorum; benim derdim beynimi daha iyi çalıştırmak. Benim yaşıma yaklaşmakta olanlara mutlaka hareket ve değişiklik öneriyorum.
“Keşke daha önce cesaret etseydim, keşke daha önce deneseydim” dediniz mi hiç?
Selma G.: Ben çok düşündüm. Sinemaya girdiğim ilk yıllarda Beyoğlu’nda yürürken Haldun Dormen beni çevirdi. Birinci seçildiğim Perde Dergisi’nin yarışmasında jüriymiş. “Seni biz seçtik. Ben jürideydim” dedi. Ardından “Sen gel önce Dormen Tiyatrosu’nda oyna. Sonra sinemaya git” dedi. Aslında doğru söylemişti. Ama sinemacılar bırakmadı ve birdenbire paldır küldür sinemanın içinde buldum kendimi. Hep düşünmüş, çok istemişimdir tiyatro yapsaydım diye. Hep içimde kalan bir şeydi.
Ediz H.: Bana tiyatrodan direkt hiç teklif gelmedi. Ama birçok filmde beraber çalıştığımız Nedret Güvenç, “Ediz Bey sizin diksiyonunuz güzel, Türkçeyi iyi kullanıyorsunuz tiyatroyu düşünmez misiniz?” demişti. Ben de “Nedret Hanım, şu anda sinema yapıyorum ve aldığım hiçbir teklif de yok. Dolayısıyla bir şey söyleyemem” demiştim. Birkaç filmde tekrar tekrar söyledi, kısmet değilmiş. Bana öyle bir teklif gelmedi ben de teklif beklemedim çünkü 25 günde bir film bitiriyor bir hafta aradan sonra yeni bir filme başlıyorduk. Çok yoğun çalışıyorduk vakit de yoktu. Kısmet bu zamanaymış.
“Sinema benim için birkaç üniversitedir”
Sinemaya girdiğiniz yılları anlatırken “İnsanlar çok çalışıyordu. Kendime ‘Ediz çok çalışmalısın’ dedim” dediniz sohbet ederken. Tiyatro nasıl bir alan sizin için?
Ediz H.: 2019’da bir telefon aldım. Savaş Özdural benimle görüşmek istediğini iletti. “Agatha Christie’nin ‘10 Kişiydiler’ romanından uyarlanan bir oyun hazırlıyoruz. Sizin de olmanızı istiyoruz” dedi. Ben de “Hiç tiyatro deneyimim yok, neden ben?” diye sordum. O zaman 79 yaşındaydım. Türkiye’de 70 yaşını geçmiş iyi tiyatro sanatçısı vardır, “Neden ben?” diye merak ettim. “Biz sizi istiyoruz” dedi kararlı bir şekilde. “Peki o zaman” dedim. Tiyatrocu olmadığım için ağırlıklı bir rolüm yoktur, diye düşündüm. Bir baktım 68 sayfalık tekstin 62’sinde varım ve başroldeyim. Tekrar buluştuk ve dedim ki “Bir yanlışlık olmasın. Ben hiç tiyatro yapmadım. Evet, arkamda 130 filmde başrolüm var ama tiyatro bambaşka bir şey. Bana nasıl güveniyorsunuz?”. “Yapamazsanız o zaman düşünürüz ama olacağına inanıyoruz” dedi Savaş. Rahmetli Enis Fosforoğlu, Büyükada’da otururdu. Ona gittim. “Ediz sen zaten konferanslar veriyorsun. Halka alışıksın. Yaparsın ama çok çalışman lazım” dedi. Gece gündüz çalıştım. Motorda, vapurda, evde durmadan çalıştım. Odama kapandım öyle çalıştım. Bende iş ahlakı var, bunu da sinemaya borçluyum. Aynı şey Selma’da da var. Benim için birkaç üniversitedir sinema.