30.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Hayat garip tesadüflerle dolu hakikaten… Amerikan televizyon tarihinin güleç ve güçlü yüzü, “The Golden Girls/Altın Kızlar”ın Rose’u Betty White, 17 Ocak’ta tam 100. yaşını kutlayacaktı. Dergi kapakları bile hazırlanmıştı ama 31 Aralık gecesi White’ın vefat haberi geldi. 24 Ocak’ta ise Yeşilçam’ın Dört Yapraklı Yoncası’ndan mavi gözlü güçlü kadın Fatma Girik’i kaybettik. Girik, “Altın Kızlar”ın yerli versiyonunda, Rose’un ev arkadaşlarından Sophia’ya yani Safiye’ye hayat vermişti. White, “Altın Kızlar”ın hayattaki son oyuncusuydu. Fatma Girik ise en erken kaybettiğimiz oldu.
Susan Harris'in yarattığı, 1985-1992 yılları arasında yedi sezon yayınlanmış, 10 Emmy ve üç Altın Küre ödüllü “Altın Kızlar”ın kahramanları, yaşını almış ve aynı evi paylaşan dört kadındı: Saftirik Rose (Betty White), erkeklere düşkün Blanche (Rue McClanahan), mantık abidesi Dorothy (Bea Arthur) ve onun deli dolu annesi Sophia (Estelle Getty). Hayata, aşka ve erkeklere bakışlarındaki farklar, komedinin kaynağıydı. Bizde yerleşmiş “yaş 70, iş bitmiş” genellemesinin aksine hayata sımsıkı bağlıydılar ve yaşamdan keyif almayı biliyorlardı.
Dorothy-Nurşen Girginkoç, Rose-Elçin Şanal, Blanche- Tomris Çetinel ve Sophia-Meral Niron seslendirmesi de çok başarılıydı ama onları ve esprilerini çok sevmemizin nedeni, Amerikalı ya da yabancı olduklarını bilmemizdi. Bu yüzden de çılgınlıkları, hataları, flörtleri bizim yaşantımıza ne kadar uzaksa o kadar ilgi çekiciydi.
Bizim Altın Kızlar
2009’da bu dizinin yerli versiyonu yapıldı. Dizinin yapımcısı Armağan Çağlayan bir röportajda diziyi uyarlama fikrini şöyle açıklamıştı: “Dizinin orijinalinin Amerika'da tutma sebebi, tam Amerika'daki toplumsal yalnızlaşmanın başladığı döneme denk gelmesi. İnsanlar, ‘Böyle arkadaşlıklar da var, demek ki yalnız değiliz' deyip bu dört kadının hikâyesini çok sevmiş. Bence Türkiye de şu anda böyle bir dönemden geçiyor. Ekonomik kriz, garip bir yalnızlaşma... Bu, iyi gelecek bir proje.” Dizide Nevra Serezli Blanche’ı yani Gönül’ü, Türkan Şoray Rose’u yani İnci’yi, Hülya Koçyiğit Dorothy’yi yani İsmet’i ve Fatma Girik de Sophia’yı yani Safiye’yi canlandırıyordu. Kadro rüya gibiydi. Sinemada bile böyle bir kadroyu bir araya getirmek, mucize yaratmakla eşdeğerdi.
Ancak beklenmeyen bir şey oldu. Dizinin ömrü sadece beş bölüm sürdü. Reytingler düşük gelince dizi bir anda yayından kaldırıldı. 2000’in hemen başında yine uyarlama diziler olan “Dadı” ve “Tatlı Hayat” büyük ilgi görürken “Altın Kızlar”ın hem de böyle şahane bir kadroyla bir sezon bile devam etmemesi, tuhaftı.
Belki o kadar da tuhaf değildi. Yaşını almış bireylere, daha doğrusu kadınlara bakışımız ve toplumumuzda onların yaşam alanları ile bu dizideki karakterlerle ne kadar örtüştüğüne bakmakta fayda var öncelikle. Çoğunlukla evinde torun bakan, çoluğunun çocuğunun problemleriyle uğraşan, geçimini düşünen, yuvayı dişi kuş yapar düsturuyla yetiştirilip ev yükünü 70’inde de 80’inde de yaşayan büyüklerimiz ile dört kurmaca karakteri karşılaştırdığımızda onlar, bizden gibi görünmedi seyirciye. Her ne kadar karakterlere Türkçe isim verilse, espriler yerlileştirilse de kadınlıklarının bitmediğinin farkında, hayatın yükünü çekmektense keyfini sürmeyi önceliklendiren, çoluk-çocuk-torun-koca dörtgeninden uzaktaki orijinal karakterler ile bizimkiler pek uyuşmadı. Dolayısıyla bunun üzerine kurulu mizahın da akıcılığı kalmadı. Çoğumuzun böyle annesi, anneannesi yoktu, olsa bile onların torunlarına bakmayıp eğlenceye odaklanmalarını, muzır espriler yapmalarını eleştirirdik ve istemezdik doğrusu. Onlar Miami’deki evlerinde, bizden uzaktaki Amerikalı yaşantıları ile komiklerdi; bizden biri olunca değil. Dizinin orijinal hâli bize göre fazla çılgındı; uyarlanmış hâli ise tam yerelleşememişti. “İkinci Bahar”daki Hanım ve Ali Haydar ilişkisi gibi kavuşma engelleri olan bir aşk hikâyeleri yoktu mesela. Zaten dizide sabit bir aşk ilişkisi de yoktu. Mevcut hâliyle yerli dizilerimizin hanım ağa konseptine, genç aşklı ihtiras dolu ayak oyunlarına alışmış seyirci için fazla durağan gelmişti. Ama şimdi tekrar izlediğimizde keşke diziye şans verilseymiş diyoruz. Özellikle de Fato’muzu kaybettikten sonra…