25.06.2023 - 07:01 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - İki sene önce… Fransızların ulusal sinema kahramanı Jean-Paul Belmondo’nun cenaze töreni… Devlet töreninde askeri bando, tabut omuzlarda taşınırken “Le Professionnel” filminin müziği “Chi Mai”yi çalıyor. Sadece Fransızlarda değil, o sırada canlı yayında töreni izleyen bizlerde de gözyaşları sel olup akıyor. Evet, Belmondo’nun vefatı sinema için büyük kayıp ve çok üzücü ama o cenaze töreninde “Chi Mai”nin çalınması farklı bir duygu patlaması yaratıyor hepimizde. O müziğin bestecisi, Belmondo’dan bir sene önce vefat eden Ennio Morricone. Belmondo’nun cenaze töreni, Morricone’nin sinema ve müzik ilişkisindeki etkisini net şekilde özetliyor. Filmlerle bütünleşen muhteşem bestelerinin seyircide bıraktığı iz öylesine derin ki… Ne filmi unutabiliyoruz ne de müziğini, hatta filmlerden önce onun müziğini hatırlıyoruz bazen. Senarist nasıl hikâyesini kelimelerle kâğıda döküyorsa o da notalarla anlatıyor müziğe tutkusunu; bazen kelimelerden de film karesinden de etkili şekilde.
Müziğiyle sinemaya yön vermiş nadide bir kuşak var. Eskinin Bernard Herrmann’ı gibi, şimdinin John Williams’ı gibi… Bu ustalara haksızlık olmasın ama Ennio Morricone için tüm kuşakların en kıymetlisi denebilir. Emsalsiz bir yaratıcılık, bambaşka bir duygu dünyası… Sinema tarihinde çalışmadığı yönetmen yok neredeyse. Sergio Leone’den Brian De Palma’ya, Pier Paolo Pasolini’den Taviani Kardeşler’e, Bernardo Bertolucci’den Quentin Tarantino’ya… Ama öyle “Yönetmenim ne istiyorsa” diyenlerden değil. Tam tersine, “Yönetmen oyunculuk, dekor, ışık vs. her şeye karışabilir, her şeyi kontrol edebilir ama müziği değil” diyor.
1928 doğumlu Ennio Morricone, 6 Temmuz 2020’de hayata gözlerini yumdu. Öncesinde ise hayatını anlatan bir belgesel için kamera karşısına geçmişti. “Ennio” adlı bu belgeselin yönetmeni, “Cinema Paradiso/Cennet Sineması” başta olmak üzere yaklaşık 10 filmde beraber çalıştığı Giuseppe Tornatore. Belgeselin prömiyeri 2021 Venedik Festivali’nde yapıldı ama Morricone bunu göremedi. Ülkemizde ise bu belgesel 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin programında yer aldı.
Yazıya “Chi Mai” ile başladık ama “Ennio” belgeselinde ilginçtir ne “Le Professionnel” ne de bu beste var. Keşke bu bestenin de hikâyesini izleyebilseydik onun ağzından. Neyse, belgeselin en başına gelirsek… İlginç bir çocukluğu olmuş Morricone’nin. Herkes çocuğu kendi çektiği sıkıntıları çekmesin; okuyup da sabit bir işi olsun isterken onun babası, oğlunun kendisi gibi olmasını istiyor. Küçükken Ennio doktor olmak isterken, bandoda trompet çalan babası, “Oğlum trompetçi olsun” diyor. Önce babasının sonra da konservatuvarda Goffredo Petrassi’nin hâkimiyeti altına giriyor. Klasik ve akademik eğitim için ‘biraz’ hafif kaldığı ön yargısıyla küçümseniyor. Su akıp yolunu buluyor ama. Trompet çalan parmaklar piyanoya uzanıyor, akademik eğitim kalıplara sığmayıp taşıyor ve film müziklerine evriliyor. Bestelerinde ıslık da kullanıyor, eğitimini aldığı trompeti de…
Islık ve çakal uluması
Morricone’nin sinemayla ilişkisi ‘60’ların hemen ilk yıllarında başlıyor. Birkaç western filmine müzik yapıyor ama kendi ismini kullanmadan. Hocası Petrassi’nin de etkisiyle konservatuvar eğitimli bir müzisyenin sinema gibi ‘avam!’ bir sektörde nota harcamasını biraz utandırıcı buluyor çünkü. Ama o filmler için yaptığı besteler Sergio Leone’nin dikkatini çekiyor. Sonradan fark ediyorlar ki ikisi aslında ilkokuldan sınıf arkadaşı. Birlikte “Dolar Üçlemesi”nde çalışıyorlar. Clint Eastwood, Morricone’nin müziğinin oyunculuğunu yükselttiğini vurguluyor belgeselde. Leone ile birlikte çalıştığı dönemde arkadaş kazığı da yiyor ondan. Stanley Kubrick, Morricone ile çalışmak istediğinde Leone ona, Morricone’nin kendi filmiyle meşgul olduğunu söylüyor. Halbuki çalışması bitmiş ve zamanı varmış Morricone’nin.
Belgeselde birçok ünlü bestesinin hikâyesi var ama Morricone’nin “İyi, Kötü ve Çirkin”in muhteşem bestesini anlatışı gerçekten efsane. Çakal ulumasından ortaya çıkan o besteyi kendi seslendiriyor. İnsanın aklına böyle bir şey nasıl gelir, gelse de bunu notaya nasıl döker, inanılır gibi değil. Sadece yönetmenler değil, Bruce Springsteen, Hans Zimmer, John Williams gibi müzik insanları da onun erişilmez kabiliyetine hayranlıklarını ifade ediyor, Joan Baez de… “Sacco e Vanzetti” için bestelediği müziğe söz yazmasını istiyor Baez’den Morricone. O şarkı yani “Here’s to You” kısa sürede aktivistlerin marşı hâline geliyor.
Morricone, Bach’ın kendi bestelerinde ne kadar etkili olduğunun altını çiziyor ama sürekli yeni tarzlar deniyor. Spagetti Western’den korku filmine, bağımsız yapımlardaki deneysel çalışmalara, hep yeni ama kalıcı eserler üretiyor. “Notalar, tuğlalar gibidir” diyor; “Her bina aynı tuğlalardan oluşur ama bittiğinde hepsi birbirinden farklı görünür.” O da farklı yönetmenlerle çalışıyor, farklı türde besteler yapıyor ama o notaların kendisine ait olduğunu hissettiriyor hep sanatseverlere.
Uzun yıllar Akademi onu hiç görmüyor. Altı kere Oscar’a aday oluyor. “The Mission”ın enfes bestesiyle aday olup da ödülü alamayınca sonraki hiçbir adaylığında ümitlenmiyor artık. 2007’de Akademi yaptığı hatayı düzeltmek için kendisine Onur Oscarı takdim ediyor. Beste yapmakta tereddüt ettiği, Tarantino’nun “The Hateful Eight”i ile En İyi Özgün Film Müziği dalında Oscar kazanıyor. Sinema kariyerine başladığı, belki de en unutulmaz bestelerini yaptığı western türü, ona 88 yaşında ilk resmî Oscar’ını kazandırıyor.
İyi ki vefat etmeden önce bu belgesel yapılmış kendisiyle. Hep yönetmenler/senaristler için söylense de asıl Morricone’yi çıkarınca sinema tarihi eksik kalırdı. Belgeseli izleyince bunu tekrar ve daha derinden anlıyoruz.