23.02.2025 - 02:02 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL
Müjde Işıl- Pablo Larrain’in kadın biyografileri, “Jackie” ve “Spencer”dan sonra “Maria” ile anlamlı bir üçleme oluşturuyor. Biyografilere konu olan üç kadın yani Jackie Kennedy, Lady Diana ve Maria Callas da dünyanın gözü üstünde olan, güç sahibi ama kendi içinde büyük acılar çeken kişilikler. Kennedy, suikasta kurban giden kocasının ardından ayakta durmaya çalışırken Diana ise kraliyet ailesine gelin girip orada kendi benliğini kaybetme noktasına gelmişti. Hayatlarında en dibi yaşayan bu gerçek kişiliklerle opera efsanesi Maria Callas’ın da ortak noktası var. Kilo vermesinin tetiklediği düşünülen ses kaybı ile boğuşmuştu, yaşamının son döneminde. En büyük yeteneğini kaybetmiş bir soprano… Yani tipik bir Pablo Larrain karakteri.
Derin bir keder
“Maria”, Callas’ın 1977’de Paris’teki ölümünden önceki son bir haftayı anlatıyor. Adım adım takip ediyoruz Callas’ı. Ev hayatında, hayali röportajlarında, sahne denemelerinde… Aslında takip ettiğimiz acıları, kapatmaya çalıştığı ve kapanmayan yaraları. Kimin yönettiğini bilmeseniz bile çekim planları, karakterine yaklaşımı ve mesafesiyle ‘Bu bir Pablo Larrain filmi’ dedirtiyor “Maria”. Derin keder içinde, kasvetli ama mağrur görünüşüyle ayakta durmaya çalışan, geçmişin muhasebesini yaparken kaybolan bir Callas çıkartıyor karşımıza. Yine Steven Knight’ın senaryosunu yazdığı “Spencer” ile karşılaştırdığımızda Lady Di’ninki gibi iddialı planlar ve derin bir karakter analizi yok aslında “Maria”da. Belli ki kişisel trajedi kısmında ve daha yakın dönem olmasıyla, Lady Di’nin yaşadıkları daha etkilemiş senaristi. Yine de Callas’ın yalnızlığına, yeteneğini yitirmiş olmakla başa çıkamama hâline duygusal ama gerçekçi bakmayı başarmış “Maria”da. Callas’ın hizmetçileri ile kurduğu ilişkilerdeki umutlu ve umutsuzca ayrıntılar, bu yaklaşımın en verimli örneği.
Callas rolünde Angelina Jolie, kariyerinin en akılda kalıcı performansını veriyor. Kendi mesafesi ile karakterinin mesafesini doğal şekilde örtüştürüyor. Larrain’in rolü onun oynamasındaki ısrarı, bu doğal örtüşme ile anlam kazanıyor. Filmde Callas’ın orijinal kayıtlarının yaklaşık yüzde 95’i kullanılmış. Şarkılara ağız senkronizasyonu yapan Jolie’nin buna rağmen opera dersi alması dikkate değer ama bazı sahnelerde taklit ettiği çok belli oluyor. Altın Küre’de aday olsa da tam Akademi’nin seveceği bir rolde Oscar’a aday gösterilmedi.
Haluk Bilginer farkı
Angelina Jolie’nin “Haluk, Maria’yı bulmama yardım etti. Onassis’e nasıl âşık olabileceğini anlamama yardımcı oldu. Onun sette olmasını çok sevdim. Onunla çalışmayı çok sevdim. O kadar parlak bir oyuncu ki, rol yaptığını hissetmiyorsunuz; sadece birlikte bir deneyim yaşadığınızı hissediyorsunuz” diye övgüler sunduğu Haluk Bilginer, Callas’ın unutamadığı aşkı Onassis rolünde kısa sahnelerde görünse de filmin ana karakterlerinden birine dönüştürüyor kendini. O kısacık anlarda bile karakterini öyle özümsemiş ki. Pablo Larrain, Bilginer’i Nuri Bilge Ceylan sayesinde keşfetmiş: “Haluk’un Türk olduğunu biliyorum ama ailesinin bir kısmı Yunan asıllı. Ve kendisi İzmir’de doğmuş. Aristotle Onassis de İzmir’de doğmuş. İlginç olan şu ki Haluk ve Onassis sadece birkaç sokak arayla ama 50 yıl farkla İzmir’de doğmuşlar. Haluk tüm dünyada kendi jenerasyonunun en büyük oyuncularından biri. Onu Nuri Bilge Ceylan sinemasıyla tanıdım. Kamera önünde yaptığı her şey inanılmaz. Ve gerçekten olağanüstü bir oyuncu.”