25.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Bir taraftan da anons yapılıyordu. “Motorları durdurun. Yoksa ateş ederiz!” şeklindeki anonsla korkutmaya çalışıyorlardı. Sonra tekneyi geçtikten sonra sola sert bir manevra yaparak önüne geçmiştik. Ancak Deniz Yelesi havlu atacağa benzemiyordu. Ne de olsa işin ucunda kaybedecekleri hazine ve hapis vardı. Can havliyle o da sola kırarak manevrayı püskürttü. Sola manevra yaptıktan sonra tam gaz gidiyordu. Ancak bulunduğumuz teknenin kaptanı usta bir kaptandı. Tekrar soldan yanaştı ve bu kez üzerine doğru yanaşarak bordo bordaya getirdi tekneyi. Bu sahne bana korsan filmlerindeki sahneleri hatırlattı. Bu şekilde yanaştıktan sonra kancalar atılır, gemiler birbirine kenetlenir ve rakipler birbirlerinin teknelerine atlayarak kılıç, balta sesleri arasında oluk oluk kan dökerek üstünlük sağlamaya çalışırlardı.
***
Bizim teknenin kaptanı bordo bordoya geldikten sonra yeniden manevra yaparak teknenin burnunu döndürmeye çalışıyordu. Deniz Yelesi kurtulmaya çalışıyor ama vantuz gibi yapışan Sahil Güvenlik teknesi onu bırakmaya pek niyetli gözükmüyordu. Tekrar bir anons, “Ateş açarız, durun ve teslim olun!” sesi duyuldu. Ardından havaya birkaç kez uyarı atışı yapıldı. Bu kuvvetli atış sesleri, ürkütücü bir yankı yaptıktan sonra denizin derinliklerinde kayboldu. Ama bu hareket tekneyi yavaşlattı ve sonunda durmak zorunda kaldılar. Bu arada Sahil Güvenlik tekneyi bağlayarak limana çekmeye hazırlanırken, gemideki biri kadın dört kişi teslim olmuştu. Ancak bir kişinin daha olması gerekiyordu. Belki de o kepli olan kişi tekneden sahildeyken biz farkında olmadan inmiş de olabilirdi. Aradan beş dakika geçtikten sonra Kaçakçılık ekibinin teknesi de yanımıza gelmeyi başarmıştı. Aytunç Komiser, tekneye binerek aramaya başladı. Geminin kamarasında aradığımız tarihi eserler bulunmuştu sonunda. Bulunan eserler arasında altın takılar da yer alıyordu. Teknede büyük bir sevinç vardı. Kaçakçıların arasında David’in birlikte yaşadığı Jane de vardı. Sonunda dört kaçakçı yakayı ele vermişti. Ama teknede David’ten ya da o kepli ve sakallıdan eser yoktu. “David nerede?” diye sorduğumda kadın bana sadece pis pis baktı. “Fuck” dedi. Bu arada tekneye bağlı küçük sürat botu yerinde yoktu. Biraz ileride sürat botu hızla Karaada istikametine doğru seyrediyordu. Sahil Güvenlik, yakaladığı tekneyi bağlamaya çalışırken peşine takılamazdı. Kaçakçılık ekibinin teknesinde ise tüm ekip Deniz Yelesi’nde aramadaydı. Teknenin kaptanı da yerinde yoktu. Hemen fırladım ve teknenin arkasında önceden gördüğüm jet skiyi yerinden çözerek denize fırlattım. Sonra üzerine atladım. Anahtarı Allahtan üzerindeydi. Şanslıydım. Hemen kontağı çevirerek çalıştırdım ve kaçan botun peşine takıldım. Bu kaçan David olabilirdi. İkinci kovalamaca şimdi David ile benim aramdaydı. O kaçıyor ben kovalıyordum. Seza arkamdan şaşkın şaşkın bakıyordu. Arkamdan sadece, “Ayvaz dikkatli ol!” diye bağırdığını duymuştum. Yalnız tek endişem altımdaki aracın yakıtının yeterli olup olmamasıydı.
***
Bunun için dua etmekten başka şansım yoktu. Böyle yağmurlu bir gecede denizin ortasında karanlıkta tek başıma kalmam hayatıma mal olabilirdi. Neyse ki bot hızla Karaada’ya gidiyordu. Eğer açığa doğru gitseydi şansım olmayabilirdi. Birden tabancamın yine yanında olmadığını hatırladım ve başımdan aşağı sıcak ter boşandı. Bu tabanca almama, unutma hastalığı, ihmalkarlığı, bir gün hayatıma mal olabilirdi. Belki iyi bir alışkanlıktı ama böyle durumlarda olmazsa olmazlardandı insanın yanında bir silahı olması. Çünkü böyle olaylar ölümcül olaylardı. Can havliyle kaçan kişi kendini kurtarmak için her türlü çabayı gösterecekti. Önümde kaçan kişinin de mutlaka bir silahı vardı. En azından nereye gittiğini görebilirsem haber verebilirdim. Tek tesellim ve umudum cep telefonumun yanımda olmasıydı. Hiç olmazsa buna şükretmeliydim. Jet skiyi birkaç kez kullandığım için rahattım. Ancak önümdeki karanlık, kör bir kuyu gibi derinleşiyordu. Sanki karanlık bir girdabın içinde yol alıyordum. Önümdeki küçük botu hayal meyal görebiliyordum sadece. Bazen gözden kaybediyordum, bazen bir ışığa rast geldiğinde bir nokta gibi gözüme çarpıyor sonra yine kayboluyordu. Renginin beyaz olması onun yerini belli ediyordu. Eğer siyah olsaydı hiç şansım yoktu. Umarım kayalara falan bindirmezdim. Bu düşünce tüylerimi diken diken etmişti. Sonuçta bilmediğim bir yerde gidiyordum ve her yer karanlıktı. Bu yaptığım belki büyük bir aptallıktı ama o kadar olaya yoğunlaşmıştım ki artık her şey bu gece bitsin gitsin istiyordum. Botu şimdi daha net görüyordum. Adadaki deniz fenerinin ışığı kıyı şeridinin görünmesini sağlıyordu. Bot sahile doğru ilerliyordu. Ben de peşinden. Mesleki kariyerimde ilk kez bu kadar heyecanlı bir olay yaşıyordum. Kendimi James Bond filmlerindeki başrol oyuncusuna yani 007’ye benzettim. David’i yakalayabilirsem ilk işim sorgu sualsiz suratının ortasına güçlü bir yumruk atmak olacaktı. Belki o beni yumruklayacaktı. Herkesi aptal yerine koyan bu adama karşı öyle hırs doluydum ki, elimden zor kurtulacaktı. Tek endişem silahsız olmamdı. Bu beni ürkütüyor ve korkutuyordu. Yaptığım bu çılgınlığın sonunda bakalım hayatta kalabilecek miydim? Yoksa bu benim yaşamımın son saatleri miydi? Bot sahile varmıştı. David olduğunu tahmin ettiğim kişi botu sahile çektikten sonra karanlığın içine dalarak kayboldu. Botu sahile çekmek için uğraştığına göre tekrar ona binip kullanmayı düşünüyordu sanırım. Bu da onun silahlı olduğunun ve bu nedenle kendine güvendiğinin bir göstergesi olabilirdi. Birkaç dakika sonra ben de jet ski ile sahile gelebilmiştim.
ARKASI YARIN...