24.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
İçeri giren kepli, sakallı, gözlüklü kişinin David olup olmadığını merak ediyordum. Eğer David ise kaçmak için neyi bekliyorlardı? Gerçi David o kadar iri, uzun biri değildi ama yine de belli olmazdı. Belki kılık değiştirmek istemiş, biraz daha yüksek topuklu ayakkabı giymiş, kendini iri gösteren birtakım aparatlar kullanmış olabilirdi. David’in sakalı da yoktu ama takma sakal da olabilirdi. Bunlardan her şey beklenebilirdi. Birden Görevimiz Tehlike filmindeki bazı sahneler gözümün önüne geldi. Bizim de görevimiz tehlikeydi şu anda. Hem de en canlısı, en gerçeğiyle…
***
“David sakal bırakmış olabilir mi?” diye sordum Seza’ya. “Sanmıyorum. Son gördüğümde yüzü pırıl pırıldı,” diye yanıt verdi.
“Kaç gün oldu göreli?”
“Bugün gördüm.”
Seza birden konuyu değiştirerek, “O akşam neden yemeğe gelmedin?” diye sordu. “Ne alaka?” dedim içimden. Aradan bunca zaman geçmiş Seza şimdi soruyordu.
“Yorgundum, ağrım vardı ve uyuyakalmışım. Yoksa çok isterdim gelmeyi.”
Bana göz ucuyla manalı manalı baktı. “Başka zaman birlikte gideriz. Hele şu işten bir kurtulalım, o zaman size söz nefis bir ziyafet çekeriz. Benden,” dedim.
“İnşallah Ayvaz,” dedi yine anlam dolu bakarak. Acaba o akşam Zühre bana geleceğini mi kaçırmıştı sarhoşken ağzından. Eğer öyleyse bozuntuya vermemek, anlamazlıktan gelmek en iyisiydi.
“Zühre bayağı sarhoş olmuştu o akşam. Bak Ayvaz onunla biraz ilgilenin. Belki bir psikiyatra falan göstermek iyi olabilir. Ruh hali çok iyi değil. Kendini kontrol etmeye çalışıyor ama her an patlayabilir, dikkatli olun. Benden söylemesi…”
“Tamam söylediklerini dikkate alacağım, uyarın için teşekkürler.”
Gece yarısı oluyordu. Saat on ikiye geliyordu. Bu kurşun yarası beni yoruyordu. Aldığım antibiyotikler, ağrı kesiciler ve diğer başka ilaçlar vücudumu bir hayli hırpalamıştı. Çabuk yoruluyordum ve dinlenme ihtiyacı duyuyordum. Bu halde daha fazla bekleyemezdim. Seza kalacağını söyledi ama ben nöbeti devralması için Ali’yi aradım. Ali biraz uyuyabilmişti. Hiç yoktan iyiydi. “Hemen geliyorum Komiserim,” dedi. Neyse ki zorluk çıkarmamıştı.
“Sen de dinlenmelisin. Eğer istersen Zühre’yi arayayım, hemen gelsin.”
“Şimdilik gerek yok. Bırak uyusun, gerekirse ararım.”
“Ara ama mutlaka.”
Ayrılmadan önce Aytunç Komiser’i de aradım. Biraz dinlenmek istediğimi söyleyince, “Tamam, biz buradayız. Sen merak etme Ayvaz,” diyerek içimi rahatlattı. Bir şey olursa da hemen arayacağını söyledi. Ali de gelmişti ve ben de otelin yolunu tuttum. Birkaç saatlik uyku iyi gelecekti. Teknede sessizlik hala devam ediyordu. Acaba David’i mi bekliyorlardı? Muhtemelen öyleydi. Ya da sabaha doğru herkes uykudayken, çaktırmadan, sessizce ayrılmayı düşünüyor da olabilirlerdi. Umarım izlendiklerinin farkında değillerdi.
Sonuçta yağmur hafif hafif çiselerken, sessizce ayrılan ben olmuştum.
***
18 Kasım Salı
Sabaha karşı saat dört gibi uyandırıldım. Arayan Seza’ydı. Sesi heyecanlıydı. Bir tekne hareket etmişti ama bizim izlediğimiz tekne değildi. Hareket eden yanındaki tekneydi.
“Ne zaman?”
“Birkaç dakika önce.”
Hemen yataktan fırladım, “Geliyorum,” dedim. Sonra Aytunç Komiser’i aradım. Hızlı karar vermek durumundaydım. Yoksa balık elimizden kaçabilirdi, “Aytunç sen ekibinle malum tekneye gir!” dedim.
“Neden karar mı değişti?”
“Yandaki tekne hareket etmiş, şaşırtmaca olabilir.”
“Haklı olabilirsin, bu saatte hareket etmesi biraz şüpheli.”
“Ben de yoldayım, hemen geliyorum. Sen giriyor musun?”
“Hemen giriyorum.”
“Tamam.”
Ardından Seza’yı aradım. “Aytunç ekibiyle tekneye baskın yapacak, siz bekleyin. Ayrılan tekneyle kaçmış olabilirler.”
“Ne diyorsun?”
Seza şaşırmıştı. “Tahmin yürütüyorum Seza, kapatıyorum ve Sahil Güvenlik’i arıyorum.”
Sahil Güvenlik’ten nöbetçi astsubay Başçavuş Şenol Yörük’ü aradım. “Komutanım ayrılan bir tekne olmuş görebiliyor musunuz?” diye sordum. Bir taraftan da görmeleri için dua ediyordum.
“Biraz önce bizim yüz metre kadar yakınımızdan geçti. O tekne mi yoksa?”
“Emin değiliz. Ama takip ettiğimiz teknenin yanındaki tekneymiş ayrılan.”
“Peki ne yapalım, hareket edelim mi?”
“Biraz bekleyelim, bir ekip bağlı olan yani bizim izlediğimiz asıl tekneye baskın yapacak. Eğer içerde kimse yoksa peşine takılırız. Yalnız siz bizi de alabilir misiniz?”
“Tamam size bir bot yolluyorum. Biz haber bekliyoruz.”
“Hemen bilgilendireceğim.”
“Çabuk olun yalnız fazla uzaklaşmasın, sonra sorun olabilir.”
Hem konuşuyor, hem koşuyordum. Nefes nefese marinaya gelmiştim. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Bodrum’a derin bir sessizlik hakimdi. Seza beni izlediği yerden ayağa kalkarak karşıladı. Aytunç ve ekibi tekneye girmiş arama yapıyordu. Seza ile buluşur buluşmaz Aytunç dışarı fırladı.
“Burada yoklar Ayvaz Komiserim. Galiba haklısınız, ayrılan teknede olabilirler.”
“Bu arada Sahil Güvenlik’e ait bot yanaşmıştı. Seza ile hemen atladık. Ali’ye marinada irtibatta kalmasını söyledim.
“Biz de bir tekneyle geliyoruz arkanızdan.” dedi Aytunç.
“Tamam, haydi çıkıyoruz!”
Sürat botu ile Sahil Güvenlik teknesine yanaştık ve hızla bindik. Gemiye çıkar çıkmaz da hareket ettik. Arkamızdan da Kaçakçılık ekibinin bindiği tekne hızla geliyordu. Önümüzdeki tekne Karaada yakınlarındaydı ve normal hızda seyrediyordu. Arkalarından geldiğimizin henüz farkında değillerdi. Ama bunu düşünürken tekne birden hızlandı. Tabii biz de süratimizi arttırdık. Denizde heyecanlı bir kovalamaca başlamıştı.
Sahil Güvenlik komutanının amacı tekneyi uluslararası sulara girmeden yakalamaktı. Karaada geçilmişti. Kaçakçılık ekibinin teknesi oldukça arkamızda kalmış, neredeyse görünmez olmuştu. Sahil Güvenlik, adı “Deniz Yelesi” olan tekneyi sol tarafından kıstırmaya başladı.
ARKASI YARIN...