11.03.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
Zeynep Aksoy
Kötü taraflarımız hep yanımızda taşıdığımız “gölge”miz midir? Zaaflarımıza yenik düşerek pişmanlıklar yaşamak yerine erdemin peşinden koşmak insanoğluna neden bu kadar zor gelir? Peki, “erdem” nedir ve herkes erdemli olmak zorunda mı? Şeytana uyanın nihayetinde en çok zarar verdiği kişi kendisiyse, bu özgür iradenin bir seçimi olarak yargılamadan kabul edilemez mi?
Çağdaşı birçok bestecinin aksine koyu bir Ortodoks olan Igor Stravinsky’e göre belli ki hayır, iyilik ve kötülük çok keskin çizgilerle ayrılıyor ve şeytana uyanın başına korkunç şeyler geliyor. Çünkü en çok baleleriyle ünlü bestecinin (“Bahar Ayini”, “Petruşka”, “Pulçinella”, “The Firebird”) tek uzun operası “The Rake’s Progress/Hovardanın Düşüşü” fabl şeklinde tam bir ahlak dersi. Zaaflar sonucu yapılan yanlış seçimlerin itibar kaybı, düşüş, delilik ve ölümle sonuçlandığı, anafikri “Hovarda kalplere, ellere ve zihinlere şeytan her zaman yaptıracak bir iş bulur,” diyebileceğimiz “The Rake’s Progress” bestecinin geç dönem işlerinden ve en uzun, müzikal anlamda en karmaşık yapılı eserlerinden biri. İstanbul Opera ve Balesi, 2018-2019 sezonunda Türkiye prömiyerini gerçekleştirdiği bu operayı bu ay tekrar sahneye taşıyor.
İzlenebilir bir sahneleme
“The Rake’s Progress” bestecinin müziğinde neoklasik öğelerle kontrpuanı birleştirdiği bir eser. Neoklasik döneminin finali olarak nitelendirilen bu eserde aslında erken bir postmodern yaklaşımla çok farklı müzik türlerini stilize bir biçimde bir arada kullanıyor: Tonaliteyi yerle bir eden ama pek de tutulmayan Webern, Alban Berg ve Schönberg’in seriyel müziğinden etkilenmesinin yanı sıra, Mozart opera partisyonlarını çok iyi çalıştığı biliniyor. Ayrıca Verdi, Rossini, Offenbach, Çaykovski, kilise müziği ve madrigallerin de operaya ilham verdiklerini biliyoruz. Fakat ortaya çıkan şey, bilinçli bir kopukluk… Armonik bir kararsızlık, müzikal bir karmaşa esere baştan sona hakim. Zor dinleniyor ve doğrusu kulaklara bayram ettirmiyor. Bir diğer rahatsız edici unsur ise eserin içeriğiyle ilgili: Tablolarda Tom’un sevgilisi olan ve hamile bıraktığı Sarah Young karakteri operada daha sosyetik, erdemli bir kadına dönüştürülmüş. Onun karşısına konulan, Tom’un asıl evlendiği ‘Sakallı Kadın / Barba the Turk’ ise güçlü bir kadın ama belki de tam da bu yüzden şirret ve çekilmez. Onu aldatan sevgilisine kalpten bağlı, “sadık kadın” figürü Truelove operanın işlediği yoz dünyanın tek olumlu karakteri: Bunda da verilmek istenen mesaj belli; kadın dediğin böyle olmalı, erdemli, boyun eğen, ses çıkarmayan...
Gelelim İDOB’un prodüksiyonuna: Aytaç Manizade eserlere yaklaşımı ve estetik anlayışıyla hep beğendiğim bir yönetmen olmuştur. “Rake’s Progress”i zaman dilimi tam kestirilemeyen, 20. YY.’ da bir yere taşımış; kostümler ve dekordaki televizyon ellilere işaret ediyor, yani operanın ilk sahnelendiği döneme. Her bir sahne tablo gibi, ışığından dekoruna ve kostümüne uyum içinde, çekici. Özellikle Londra’daki genelev sahnesi ve o sahnede koronun kostümleriyle işlevleri çok başarılı. (Dekor Efter Tunç, kostüm Ayşegül Alev, ışık Yakup Çartık). Aynı şekilde mezarlık ve akıl hastanesi sahneleri de görsel olarak çok etkileyici. Tabii tüm solistler çok iyi fakat benim izlediğim kastta Tom’u canlandıran Caner Akın, Nick Shadow N. Işık Belen, Mother Goose Peyman Dorkan ve Baba the Turk Aylin Ateş seslerinin rengi ve büründükleri rollere sağladıkları uyumla özellikle dikkat çekiyorlar.
“The Rake’s Progress” stilize bir modernite operası, birçok denemeyi içinde barındıran, uzun sahneleri ve müziğinin karmaşıklığıyla izlemesi de dinlemesi de çok kolay olmayan bir eser. Aytaç Manizade ve tüm ekip bu eseri en izlenilebilir, çekici ve keyif alınabilir hale getirmek için uğraşmış ve başarılı olmuşlar.
* Yazının tamamı Milliyet Sanat’ın mart sayısında.