30.03.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI- Varlığı dert, yokluğu yara paranın ortaya çıktığı ilk günden beri tüm ilişki biçimlerini dönüştürdüğü aşikâr. Sanat da bundan muaf değildi elbette. Leo Steinberg’in 1968’de “Bir 10 yıl daha geçsin, kasalarda saklanan resim şeklinde senetlerimiz olacak” dediği yıllardayız... Peki, bu iki benzemez para ve sanatın ilişkisi nasıl şekillendi? İzmir İktisat Kongresi’nin 100. yılında İzmir Kemeraltı’nda bulunan Ayzeradant Galeri’de açılan “İktisat Sanatı” sergisi bize önemli ipuçları veriyor. 10 Mayıs’a kadar görülebilecek sergiyi küratörü Nihat Özdal ile konuştuk.
*Parayı konu alan sanat eserlerinin geçmişi 1400’lere kadar uzanıyor… Para ve sanat ilişkisi nasıl şekillendi?
MÖ 7. YY’da Batı Ege’de hayatımıza giren paranın bir yüzünde hep görseller oldu. Krallar, komutanlar, üzüm salkımları, buğday başakları, hayvan figürleri, mitolojik karakterler, gemiler gibi pek çok figür paralara resmedildi. Paranın fiziksel varoluşu bir şekilde içinde zaten sanat barındırıyordu. Antik Yunan eserlerinin yağmalanması üzerine oluşan ilk sanat piyasalarından bugüne, paranın sanatçılar ile ilişkisi ise hep tartışmalı. Sanatın sürdürülebilirliği ile ilgili bu gerilimli ilişki kaçınılmaz.
*İzmir İktisat Kongresi’nin 100. yılında “İktisat Sanatı” sergisini hazırladınız. Çalışmalarına yer verdiğiniz isimlerden eserlere nasıl bir izleğiniz oldu?
İzmir İktisat Kongresi, yeni kurulan ülkenin ekonomik bağımsızlığı için bir dönüm noktasıydı. Çok konuşulmaz ama ilk oturumun dokuz maddesi sanat alanındadır: “Sanat yeniliklerini nerede olursa olsun doğrudan doğruya alır ve her türlü münasebette fazla mutavassıt istemez.” Bu kongrenin 100. yılında para ve sanat ilişkisine kafa yorduğunu bildiğim Neda İsmail Atar, Nur Aydın Evrensel ve Cemal Şamlı daha önce de farklı sergilerde yolumun kesiştiği sanatçılardandı. Atölyelerinde parayı da konu eden eserler ürettiklerini biliyordum. Thomas Geiger ile arkadaşım Süreyyya Evren aracılığı ile iletişim kurdum. Geiger, uzun soluklu çalışması “Milyoner olmak istiyorum” ile doğrudan bu serginin izleğindeydi. Bir şekilde bir meydan okuma: Koleksiyoner olmak için büyük paralara ihtiyaç olmadığını birer dolarlık eserleri ile gösteriyor. Sergide sanatçıların para ile ilişkili üretimleri dışında Hür Efe Antik Koleksiyonu’ndan, İzmir İktisat Kongresi’nin yapıldığı ilk binadan Aram Hamparzum’un işletmesine ait çok kıymetli parçalar da ilk defa sergileniyor.
*20. YY’ın sonlarına doğru para sanatıyla uğraşan sanatçıların sayısında büyük bir artış yaşanıyor… Bu yönelimi nasıl açıklarsınız?
Doğrudan para ile ilişkili çalışan son yüzyılda çok fazla sanatçı var. Para, ülkelerin bayrakları, marşları gibi bir bağımsızlık sembolü. Roma’da yağmalar ile başlayan sanat koleksiyonculuğu, Paris’te galerilerle başka bir yola giriyor. Galerilerin sanatçıların paraya bulaşmadan işlerine konsantre olmasında rolü büyük. Her bireyin borçlanarak doğduğu bu finansal çağda, para ile ilişkiler üzerine düşünmek, üretmek, meydan okumak bir zorunluluk…
Tarihsel bir performans
*En büyük tartışma konularından biri de paranın gücü temsil etmesi ve sanatın bazen gücün paravanı olarak kullanılması… Bu sanatı suç ortağı yapar mı?
Büyük koleksiyonlar, müzayedeler, holdinglerin, bankaların sanat alanında varlığı paranın gücü ile oluştu. Leo Steinberg’in 1968 tarihli MoMA konferansında “Bir 10 yıl daha geçsin, kasalarda saklanan resim şeklinde senetlerimiz olacak” dediği yıllardayız… Burhan Doğançay “Mavi Senfoni”yi üretirken 2.2 milyon dolara satılsın diye çabalamadı, sanatın bunda bir suçu yok. İlla bir suç ortaklığından bahsetmek gerekirse Cesare Pietroiusti ve Paul Griffiths’in alternatif müzayedelerindeki en yüksek teklifi veren kişiden aldıkları banknotları yedikten sonra dışkıladıkları ve dışkılardan alınıp temizlenen banknotun estetik bir değer kazandığı varsayımı ile yatırımcısına tekrar verilmesi, tarihsel bir performans olarak konuya sert bir eleştiri getiriyor.