11.10.2008 - 01:15 | Son Güncellenme:
BARIŞ YILDIRIM
Micus, 16 yaşından itibaren Almanya’dan yola çıkıp, dünya kazan müzik kepçe yola düşerek, İspanya’dan Japonya’ya, gittiği her yerde yerel ustalardan öğrendiği enstrümanları icra etti konserde.
Dairesel bir müzik
Micus solo performansında, sesi ve enstrümanlarıyla, müziği gerçekten en yalın halinde; alıştığımız akor ve makamlardan, süslemelerden çok uzak bir üslupta icra etti. Batılı anlamda, doğrusal bir gelişme izlemeyen müzik adeta daireler çiziyor, dinleyiciyi başka bir âleme götürüyordu.
Yakasız keten gömleği ve sade pantolonuyla sahneye geldi Micus; terliklerini çıkarıp, dingin bir yüz ifadesiyle, beyaz mindere oturdu. Seyirciyi Türkçe “İyi akşamlar”la selamlayan müzisyen, “Bu akşam çalacağım enstrümanların bazılarını bilmiyor olmanız mümkün” dedi ve programın kendi bestelerinden oluştuğunu belirtti.
Bambaşka enstrümanlar
İlk parçada çalacağı Ermeni ‘duduk’u için “Sizin ney’inize benzeyen bir alet; çok güzel bir sesi olduğunu düşünüp onun için bir beste yaptım” dedi Micus. Ardından, program boyunca, her şarkıda enstrümanlarını değiştirip; nefeslilerle icra edilen parçaların arasına vurmalı ve tuşlu çalgılarla çalınanları yerleştirdi.
Bir şarkıda, kanunun uzaktan akrabası, ‘Bavyera zitheri’ denen Alman enstrümanını aldı kucağına. Elleri huşuyla zither’in üzerinde gidip gelirken, gözlerini kapayıp kendini Aya İrini’nin loş hacmine bırakan Micus, Meryem Ana’ya adanmış eski bir Yunan ilahisini söyledi.
‘Şakuhaçi’ denen Japon bambu flütünü üflerken, müzisyenin konsantrasyonunu yüz ifadesi ele veriyordu. Duru sesli flütle, vibrato yaratmak için gözlerini kapatıp başını hafifçe salladıkça, bütün beden diliyle Doğulu bir neyzene dönüşüyordu.