24.03.2024 - 07:01 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - Bir dünya düşünün teknoloji öyle ilerledi ki artık hayalinizdeki kendinize ulaşmanız hiç zor değil. Kolunuzu, bacağınızı bile değiştirebiliyorsunuz. Başka bir anlatımla insan giderek robotlaşıyor. Neredeyse iki tür birbirine karışıyor. İş çığırından çıkınca devlet yasaklar getiriyor. “Override” bir çift üzerinden bu konuyu tartışıyor. Stacey Gregg’in yazdığı Taner Tunçay’ın yönettiği ve Ceyla Odman ile Çağlar Ertuğrul’un rol aldıkları oyun bir yandan insanın tatminsizlik, yetinmeyip fazlasını isteme, teknolojnin kötü kullanımı gibi konuları işlerken tüm bunların asla sevgiden, aşktan bağımsız düşünülmeyeceğini gösteriyor. Hem konu hem de reji açısından yepyeni sorular ortaya atan “Override”ı Ceyla Odman ile konuştuk.
■ “Override”da insanın ‘en iyi versiyonu’nu bulmak için kendi kendini modifiye etmesi ve nihayetinde ‘insan’ olmanın anlamının, sınırlarının, boyutlarının sorgulanması var. Sizin için bu oyunu ilgi çekici yapan neydi?
Seyirci tarafında oturduğumda oyunu ilgi çekici yapan şey öncelikle daha önce tiyatro sahnelerinde izlemediğimiz, biyonikleşen bir dünyayı anlatan yeni bir konusunun olması. Oyuncu yönünden ise saf olarak beni heyecanlandırması bu oyunu yapıyoruz dememe yetti. İnsanların hayallerindeki kendilerine ulaşmayı istedikleri ve bunu teknoloji ile becermeye çalıştıkları bir gelecek işleniyor oyunda ama bir o kadar da sosyolojik olarak günümüzü yansıtıyor. Dekorda alışılagelmedik bir koltuk, biyonik kuş sesleri, ‘mükemmel’ gözüken bir çift ve bu ‘mükemmellik’ hâlinin içindeki devasa zavallılık. Bu oyun insan olmayı, mükemmellik kavramını ve ‘yapay’ dünyaya kaçmanın insani duyguları nasıl yapaylaştırdığını irdeliyor aslında. Kendimizin en iyi versiyonunu bedensel/dışsal modifikasyonlarla bulmaya çalıştıkça böyle oyunlar daha çok çıkar diye düşünüyorum.
■ Distopik bir evrenden bahsediyoruz. Oyunu seyrederken gerçekliği ve olası geleceğe işaret ediyor olabilme durumu beni ürküttü. Ne dersiniz böyle bir gelecek bekliyor olabilir mi bizi?
Neden böyle düşündünüz biliyor musunuz? Çünkü bilinçaltında insanlar aslında robotlardan değil robotlaşmaktan korkuyor. Oyunda insanların sağlık için değil, zevk için sağlıklı uzuvlarını ampüte ettirdikleri ve dolayısıyla devlet tarafından yasaklar getirilen bir dönem işleniyor. Yalnız oyun, distopik bir evrende geçse de yine de hangi sene olursa olsun, teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun, insan varsa sevgi var ve sevgi her şeyden üstündür’ü bize kanıtlıyor. Ancak günümüze gelirsek; şu anda bile daha 18 yaşını doldurmamış gençlerin belki sonradan pişman olacakları ama geri dönüşü olmayacak operasyonlar geçirdiklerine şahit oluyoruz. Dolayısıyla oyunda da olduğu gibi insanın belirli konularda belirli yasaklara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Korkulan şey teknoloji ise ve teknolojiyi bir bıçak olarak düşünürsek bu bıçak ile salata doğramak mı yoksa adam öldürmek mi? İşte burada insan aklı ve iradesi devreye giriyor. Bu aklı ne yönde kullanacağımız ise geleceğimizi belirleyecek diye düşünüyorum.
Kusurlu olmaya hakkımız var
Bugün dayatılan ruhani mükemmelliğe ulaşılması gerektiğine dair yönlendirme ve yöntemler ile ‘yaşlanmayı fiziken durdurmak için ortaya konan tedaviler ile uygulamalar kendimizden uzaklaştırıyor mu bizi? Bu memnuniyetsizlik tuzağından nasıl kurtuluruz?
Mükemmellik kavramının mükemmel olmamayı da barındırdığını kavrayarak. Burasının bir deneyim alanı olduğunu ve özümüzün zaten mükemmel olduğunu bilerek. Şems gidip Mevlânâ’ya gel seni ruhani mükemmelliğe ulaştırayım demiş mi? Kavram olarak yanlış. Bedenin ise bu deneyimi yaşamak için bize giydirilmiş olan çok değerli bir elbise olduğunu ve ölene kadar üzerimizde olacak bu tek elbisenin orasını burasını çekiştirip şişirmek yerine onu bir araç olarak görüp doğru kullanmayı öğrenerek. Kusurlu olmaya hakkımız olduğunu fark ederek. Beşer şaşar değil mi? Yoksa ne işimiz var burada? Ne evren ne de insan sadece pozitifte durmaya programlı. Hep diyorum bir pil bile çalışmak için + ve -’ye ihtiyaç duyuyor. Hareket için dualite lazım. Düşe kalka, defolarımızla şuranın bir tadını çıkaralım ya hu.