05.05.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Engin adlı bir arkadaşın “Ayvaz biz seni sol sempatizanı olarak bilirdik ama sen basbayağı bildiğimiz komünist bir militanmışsın yahu!” dediğinde de kahkahalar, alkışlar, vaavv çekmeler birbirini kovalamıştı. Sonradan bunu amire yetiştiren kişinin de Engin olduğunu öğrenmiştim ve aramızda biraz soğukluk başlamıştı. Parkanın cebinden sarkan sosyalist eğilimli bir derginin kapağında da Che’nin kendisini taklit ettiğim fotoğraf görününce olan olmuş, kızılca kıyamet kopmuştu. Önce amirin, sonra da Zonguldak Emniyet Müdürü’nün kulağına gidince şaka, oldu mu sana kaka… Bunun bir espri olduğunu anlattım anlatmasına ama müdür benim masum şakamı oldukça ciddiye aldı; hakkımda komünizm propagandası yapmaktan soruşturma bile açtırdı. Meslekten atılmama ramak kalmıştı ki, nüfuzlu babam devreye girmiş, araya hatırı sayılır siyasileri sokarak beni bu durumdan çekip çıkarmıştı. Ama bin bir fırça, binbir tembihle, azardan da öte adeta gümbürdeyerek beni dövmekten beter etmişti ya, o ayrı mesele. Ama teşkilat bu olaya o kadar kızmıştı ki bana bir ders vermeye niyetliydiler. “Sen misin bunu yapan!” diyerek beni adam etmek için mimli veya sakıncalı bir polis olarak milliyetçiliğin kalesi Yozgat’a tayin etmişlerdi. Hatta Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade kitabını da gizlice Yozgat’taki odamda okumuştum. Marks, Engels, Lenin, komünizm ve sosyalizm hakkındaki tüm bilgileri orada görev yaptığım sırada bol bol kitap okuyarak öğrenmiştim. Yozgat beni milliyetçi bir polis yapacakken daha solcu bir polis yapmıştı. Oradaki amirlerimin gözü her daim üzerimdeydi. Tabii orada uslu bir çocuk olup kendimi sadece işime verip başarılı görevlerde bulunmuştum. Sonra bu olay unutulmuş, hepsiyle dost olmuştum ama “kızıl” lakabı bu olayla birlikte bana miras olarak kalmıştı. Komiser olunca da bu etiketten kurtulamamış, “kızıl komiser”, “komünist komiser” lakaplarını neredeyse her gittiğim yerde duyar olmuştum. Bu lakapla teşkilat içinde meşhur olmuştum kısacası. Burada bile kızıl komiser dediklerini işitiyordum, ama aldırmıyordum; hatta hoşuma bile gittiği söylenebilirdi. O Che’nin beresini hala saklarım.
***
Olay Yeri İnceleme ekiplerinden aldığım eldivenleri elime geçirip Adli Tabip’in yanına gittim. Gider gitmez de burnuma narenciye kokusu geldi. Bu kokuyu bir yerden anımsıyor gibiydim. Koku, çevredeki mandalina ağaçlarından mı, yoksa birisinin sürdüğü parfümden mi geliyordu çıkaramadım.
Aklıma Jale geldi. Jale de narenciye, özellikle mandalina ve gül kokulu bir parfüm kullanırdı. Hatta markası bile hala aklımdadır. İçeriğinde mandalina, gül, vanilya ve paçuli bulunan bir parfümdü. Merakımdan sormuştum ama hala aklımda kalmıştı. Benim iki yıldır hala kayıp olan sevgilim. Bodrum’da tanıştığım ve yine Bodrum’da sırra kadem basan sevgilim Jale. Gözlerim buğulanmıştı. Artık onu düşünmemeyi başarabiliyordum. Ya da düşüncelerimden daha hızlı uzaklaştırabiliyordum. Ama işte bazen bir koku, bir kıyafet, bir gülüş, bir bakış, bir tavır hemen onu bana hatırlatıyor, geçmişe anılara götürüyordu. Tıpkı şimdi algıladığım bu koku gibi… Benim de mandalina kokulu parfümler kullandığım olmuştu zaman zaman. Sevdiğim bir kokuydu mandalina kokusu, yasemin kokusuna da bayılırdım.
“Doktor nedir durum?”
Kanatlarını açmış, yemeye nereden başlayayım diye düşünen bir akbaba gibi cesedin üzerine iyice kapaklanan Doktor, sanki beni bekliyormuş gibi hiç beklemeden yanıtladı sorumu.
“Temiz ölüm. Katil tek bıçak darbesiyle işi bitirmiş gibi görünüyor. Ölüm saati birkaç saat öncesini gösteriyor. Ceset henüz sıcak.”
Bunları söyledikten sonra nihayet başını kaldırıp bana baktı Doktor. “Soruşturmayı siz mi yöneteceksiniz?” diye sorarak, sanki beğenmemiş gibi sert bir bakış fırlattı. Aynı sertlikle hiç bekletmeden yanıt verdim.
“Evet.”
Bugün olay yeri inceleme ekibi başkanı ve adli tabiple iyi başlamamıştık. Bu pek hayra alamet değildi. Ben mi yoksa onlar mı terslerinden kalkmışlardı bilemedim. Haydi hayırlısı bakalım!
Doktor, bozulduğumu görünce durumu düzeltmeye çalıştı. Eh bu da bir şeydi.
“Yanlış anlamayın bana başka bir komiserin adını vermişlerdi. Onun için sordum kusura bakmayın.”
“Kimin adını vermişlerdi?”
“Seza Komiser.”
“Bilmiyorum benim bilgim yok, haber verdiler buraya geldim.”
“Seza Komiser nasıl, iyi mi?”
“İyi,” dedim. Anlaşılan Seza Komiser’i iyi tanıyordu doktor.
Seza Komiser’in özel dünyası son günlerde biraz karmaşıktı. Sevgilisinden ayrıldığı için biraz morali bozuktu. Doktorun bunu bildiğini, ağzımdan laf almaya çalıştığını düşündüm. Bu beni biraz rahatsız etti. Kimsenin özeli kimseyi ilgilendirmezdi. Ama başçavuşa sorduğumdan daha yumuşak bir üslupla sordum. Bir günde iki uzmanla dalaşmak biraz fazlaydı.
“Düşünceniz nedir? Nasıl ölmüş acaba?”
“Boğuşma izi göremedim. Ancak maktulün boynunun ön tarafında biraz kırmızılık oluşmuş sadece. Her kimse bu iri adamdan daha kuvvetliymiş, ya da işin tekniğini iyi biliyormuş sanırım.”
“Gafil avlamış. Arkadan boynuna sarılıp kalbin ortasına tek darbe.” deyince Doktor şaşırdı.
“Arkadan sarıldığını nasıl anladınız?”
“Kolunu boynunun ön tarafından sıkıp, bıçağı kalbe hızla saplamış. Bıçağın kalbe giriş eğimine ve kabzanın duruşuna bakılırsa arkadan öne tek darbeyi işaret ediyor. Ve yine eğime bakılırsa katil maktulden daha kısa boyluymuş zannıma göre. Maktulün boyu 1.80 gibiyse, katil 1.75 civarında veya biraz daha kısa olabilir tahminen.”
Doktor birkaç saniye düşündükten sonra onayladı.
“Sanırım haklı olabilirsiniz.”
“Komando işi gibi ha?”
“Evet, katil komando olabilir. En azından profesyonel ve kuvvetli biri olduğu kesin. Bıçak komandoların kullandığı türden sanki. Ancak bıçağı neden bırakmış acaba?”
Teorim doktorun hoşuna gitmişti anlaşılan, merakı artmıştı birden.
“Belki çıkaracak vakit bulamamıştır. Yani bir ses falan duyup, panikleyip kaçmış olabilir.”
“Profesyonel biri bunu pek yapmaz ama, değil mi?”
“Haklısınız doktor. Eğer profesyonel ise amacı başka olabilir.”
“Ne gibi?”
“Bir mesaj vermek istedi belki, kasten bırakmış olabilir, bilemiyorum.”
Birden maktulün yanağındaki şişliği fark edip sordum. “Yanağındaki şişlik nedir?”
Cesede doğru eğilince narenciye kokusunu daha yoğun aldım. Doktor da eğilmişti.
“Bilmiyorum, ağzını açıp bakmadım. Ama boğuşma esnasında bir darbe almış olabilir.”
“Pek bir darbe izi yok gibi ama…”
“Otopside belli olur. Belki dişiyle ilgili bir şey de olabilir. Ya da o esnada ağzına yemek için bir şey atmış da olabilir.”
“Otopsiye bırakmayın, bakın ağız aralığından bir şey sarkıyor gibi…”
“Dikkatlisiniz komiserim, ama ölünün ağzını açmak kolay değildir.”
“Deneyin lütfen, önemli olabilir.”
Doktor cesedin ağzını araladı ve elini ağzının içine soktu. Biraz zorlanarak küçük yuvarlak bir nesne çıkardı. Bu nesne bir yağlı kağıda sarılıydı. Olay Yeri İnceleme’ye haber verelim.”
Hemen başçavuşa seslendim. “Başçavuşum gelebilir misiniz?”
Nazır Başçavuş koşarak geldi. “Ağzının içinden bir şey çıktı da onun için çağırdım.”
“Neymiş?”
Doktor kağıdı dikkatlice açtı ve içinden yeşil bir mandalina çıktı. Ve mandalinanın üzerine bir kürdanla küçük bir kağıt parçası iliştirilmişti.
“Ne yazıyor doktor, okuyabiliyor musunuz?”
“Evet. Tuhaf!”
“Ne?”
“Mandalinaları unutmadım”
ARKASI YARIN...