12.06.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:
Gunnery ve Regan'ın haklı olabileceklerini hiç düşünmeyiz... Ya Kral Lear göründüğü kişi değilse? Soylu, onurlu, saygın biri olmasının tek nedeni hanedana mensup olmasıysa? Tahtı tacı hatrına ona katlanılıyorsa? Cornelia, ablalarının neler çektiğinden haberi bile olmadığından babasını pek seviyorsa...
Zebulonlu çiftlik sahibi Larry öz kızlarına tecavüz etmiş, katı kötü bir ağa, işini iyi becerdiği için diğer çiftçilerin saydığı feodal mirasyedinin teki. Dışarıdan bakınca kasap dükkanı tablolarındaki sakin köy manzarasının, mısır tarlalarının içine girildiğinde Van Gogh'unkilerden daha şiddetli darbelerden oluştuğu anlaşılıyor. Büyük kızı Ginny ailesini ve toprakları sevecenlikle kucaklayan anaç yapıda bir kadındır. Ortanca Rose, içindeki isyanı ablasının yumuşaklığında bastırır ama tam anlamıyla huzur bulamadığını her fırsatta vurgular. Ailenin küçüğü Caroline okuyup avukat olmuştur. Büyük damat Ty kayınpederini pek sayar. Jess ise incelikten nasibini alamamıştır.
Senarist Jones, "Kral Lear"i günümüzde Kuzey Amerika'da geçen bir öyküde tersine çevirmiş. Shakespeare'in yapıtına kahramanların adlarına yakın seçimler yapacak kadar sadık kalırken Lear'i kurban değil suçlu olarak ele alarak dramatik bir değişim yapmış. Larry zorbalığını, herkesi ve herşeyi yönetme hırsını, pohpohlanma isteğini, birlik ve beraberlik simgesi oluşuyla perdeler. Kızları uğradıkları tecavüzü belleklerine gömmek zorunda kalmış ve büyük aile, mutlu birliktelik yalanına sığınmışlardır. Topraklarını paylaştıran Larry, yaptığına pişman olur; bunama belirtileri gösterir. Saman altından su yürüten Caroline ile bir olup büyük kızlarının yaşamlarını bir kez daha alt üst eder...
Jones'un seçimi politik. Ataerkil yapının sanatta da egemen olduğunu, o etkileyici başyapıtların bile eril bakış açısından yaratıldığının, kadının nedensiz bir kötülük kaynağı olarak gösterildiğinin bilincinde. Shakespeare gibi benim de hayran olduğum bir ustanın bile bir ölçüde mizojin olduğu ortada. Her ne kadar Kuru Gürültü'de hanımlara iç çekmemelerini erkeklerin ezelden beri yalancı olduklarını söylese de Hamlet'i annesi delirtir, Macbeth'i karısı mahveder, Lear'i kızları...
İlgiyle izlenen, akıcı ve kendince devrimci bu öyküye kadın dergisi feminizmi karıştırmaya hiç gerek yoktu. Rose'un meme kanseri olması, kocasının, alınan memesinin yerindeki yara izine bakamayışı, muayene sahnesi dam üstünde saksağan. Yönetmen Moorhouse'un kadınlar arasında duygusal diyaloglara pek meraklı olduğu, özellikle taşralı ezilen kadınların kişilik geliştirme çabasına ilgi duyduğu "Yorgan Hikayesi" adlı filminden de anlaşılıyor. Ancak "Aile Bağları" çok daha olgun ve sağlam bir altyapıya sahip. Oyuncuların hepsi ünlerine yakışır bir performans veriyorlar. Filmin estetiğini bozan tek şey Ginny rolündeki Jessica Lange'in sabahın köründe babasına kahvaltı hazırlarken bile saçlarının henüz kuförden çıkmış ve şapkalaşana dek sprey sıkılmış olması!
"Aile Bağları / One Thousand Acres" - Yönetmen: Jocelyn Moorhouse / Görüntü: Tak Fujimoto / Senaryo: Laura Jones / Müzik: / Oyuncular: Jessica Lange (Ginny), Michelle Pfeiffer (Rose), Jason Robards (Larry), Jennifer Jason Leigh (Caroline), Sam Shepard (Ty), Colin Firth (Jess).