25.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Nil Kural - 74. Cannes Film Festivali’nde Julia Ducournau’nun yönettiği “Titane”ın dünyanın en saygın ödüllerinden Altın Palmiye’ye uzanması kadın yönetmen ekseninde gündeme geldi. Ne de olsa Cannes’ın tarihinde Jane Campion’dan sonra ikinci kez bir kadın yönetmen büyük ödülü kazandı. Ancak Ducournau’nun beden korkusuyla (body horror) bu ödüle uzanması da dikkati hak ediyor. Yakın dönemde korku, politik ve sosyal açıdan önemli konuları işlemek için gitgide daha sık başvurulan bir türe dönüştü. Ducournau, “Titane”da cinsiyet ve kimlik politikalarını ana karakterinin bedeni üzerinden işlerken beden korkusu alt türünü en önemli aracına çeviriyor. Peki yakın dönemde korkuyu önemli meseleleri anlatmak için kullanan “Titane” dışındaki örnekler nelerdi?
Julia Ducournau’nun beden korkusu konusunda selam gönderdiği Kanadalı sinemacı David Cronenberg’in oğlu Brandon Cronenberg de babasının izinde. Yönetmenin geçen yıl ses getiren filmi “Possessor”, insanların beyinlerine yerleştirilen bir aygıtla suikastçılara dönüştüğü bir distopya. Brandon Cronenberg, bu beden değiştirme korkusunda günümüz dünyasının finans devleri ve gelir adaletsizliği üzerine bir tartışma yürütmenin yolunu yaratıcı bir korku senaryosuyla buluyor.
2017 tarihli korku “Kapan /Get Out”, yönetmeni Jordan Peele’ı ABD’deki ırk ayrımcılığını ele alan en parlak isimlerden biri olarak gündeme taşıdı. Büyük ilgi gören ve yılın sinema olaylarından birine dönüşen film, beyaz kız arkadaşının ailesini ziyarete giden siyah bir adamın kendisini korkunç bir ‘kapan’ın içinde bulması üzerine. Peele, “Ele aldığım konu kölelik. Çok karanlık bir mevzu” derken, film direkt ırkçıları değil, liberal gözüken beyaz orta sınıfı eleştirmesiyle de ayrı bir yer ediniyor.
İran’da kadın olmak
Peele, korku türünü ABD toplumu incelemek için araçsallaştırmayı 2019 tarihli “Us / Biz” ile sürdürdü. Üst sınıftan siyah bir aileye musallat olan benzerlerini ele alan film, ayrıcalıklı bir yaşam için nelere göz yumulduğunu, nelerin hasıraltı edildiğini konu alıyor; sınıf ayrımını korku türü içinde işliyor.
2016 yapımı “Under the Shadow” 1980’lerde İran’da kadın olmayı korku türü içinde gösteren bir film. Yönetmeni Babak Anvari, Farsça çektiği ilk filmiyle bir anne kızın Tahran’da geçen hikâyesini konu alıyor. O yılki Sundance Film Festivali’nin yıldızlarından birine dönüşen film, savaş sonrası İran’da kadın olma hissini korkunun merkezine yerleştiriyor.
Korku, tarihinde ilk kez politik olmuyor. George Romero’nun “Yaşayan Ölülerin Gecesi”nden David Cronenberg’in “Videodrome”una türün saygı gören ve yıllardır incelenmeyi sürdüren örnekleri mevcut. Ancak 2010 sonrasının gitgide altı daha dolu ve yönetmenlerini saygın yerlere taşıyan korku filmleri üretmesi eğilimi, en son Altın Palmiye’nin de gösterdiği üzere devam edecek gibi gözüküyor.