24.07.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Evrim Altuğ
Evrim Altuğ- İngiliz yönetmen Christopher Nolan’ın bütçesi 100 milyon doları aşan ‘epik’ tarihsel gerilim filmi “Oppenheimer”ın baş karakteri, Alman asıllı Yahudi Amerikalı bilim insanı Julius Robert Oppenheimer’ın 2006 Pulitzer ödüllü biyografisi, İthaki etiketiyle basıldı. 22 Nisan 1904–18 Şubat 1967 arası yaşamış Oppenheimer’ı İrlandalı oyuncu Cillian Murphy’nin canladırdığı filmin, 21 Temmuz itibariyla pek çok dünya ülkesiyle aynı anda Türkiye’de de perdelere yansıtıldığı şu günlerde raflara çıkan kitap, 25 yıllık bir araştırmanın meyvesi olarak beş ana kısımda derleniyor.
Belgelerle desteklenmiş
Kitap, The Nation gazetesi yardımcı editörü Kai Bird ile, 2021’da yitirdiğimiz tarihçi Martin J.Sherwin’in imzasını taşıyor. Meslektaşları ve dostlarının “Oppie” dedikleri Oppenheimer’ın anne babasının geçmişlerine dek inen, çok sayıda arşivsel doküman ile desteklenmiş, anı ve deyişlerle, fotoğraflarla yüklü eser, atom bombasının babası kabul edilen bilim adamının, Soğuk Savaş döneminde, 1947-1957 arasında ABD’li Cumhuriyetçi senatör Joseph R. Mc Carthy ve kadrosunun kendisini nasıl hedef gösterdiği konusunu da büyüteç altına alıyor.
Yönetmen Nolan’ın filmine temel olan 912 sayfalık kitap, küçüklüğünde yansıttığı parıltılara duyduğu hayranlıkla taş koleksiyonu yapan, içinde bir yakının tabiriyle “kendi yıkımının tohumlarını taşıyan türden bir kibir” taşıyan, sınıf arkadaşlarına öğrendiği Latince ve Yunanca klasiklerden öğretmeninin çağrısıyla dersler de vermiş bir küçük erkeğin portresini çiziyor. “Küçükken çok yumuşak, itici derecede iyi bir çocuktum,” diyen Oppenheimer’ın portresini tarafsız, soğukkanlı ve ibret verici bir çeşitlilikle ortaya seren kitapta, kendisinin aynı anda nasıl hem bunca zeki ama bu kadar da aptal olabildiğine dikkat çekiliyor.
Gençliğinde yürüyüş ve taş toplamanın dışında, denizciliğe de merak salan, dünyaya “Söylesene, politikanın hakikatle, iyilikle ve güzellikle ne ilgisi var?” sorusunu soran Oppenheimer’ın biyografisi, baş karakterin özlü sözleriyle açılan bölümlerini okura peş peşe sunarken yönetmen Christopher Nolan, BBC’ye filmin geçen haftalardaki Londra prömiyeri sebebiyle verdiği bir röportajda, özellikle bu kitabın kendisini ne kadar beslediğine takdirle atıfta bulunuyor.
Yaklaşık 10-15 bölümlük dinamik aralıklarla, bilim insanının meslektaşları, hocaları ve akrabalarından sayısız anekdotlarla ilerleyen “Amerikalı Prometheus” kitabında, sözgelimi dünyanın karanlık geleceğinin fikir ve eylem babası Oppenheimer’ın 10 Ağustos 1931’de ifade ettiği şu sözlere de dikkat çekiliyor: “Önümüzdeki 30 yılda dünyanın oldukça huzursuz ve eziyetli bir yer olacağını düşünüyorum, bunun içinde olmak ve olmamak arasında çok fazla bir uzlaşmanın mümkün olacağını da sanmıyorum.”
‘Kendini Tanrı sanıyor’
Kitabın ikinci kısmı, tanıklıkları ve kayıtlarını okurun muhakemesine sunarken, gerek komünist avı sırasında gerekse atom bombası deneyimlerinden sonra bu tartışmalı dahinin insanlığına yönelik en tarafsız algıyı okur nezdinde oluşturabilmek adına, gerçekten baş döndürücü bir birikim ortaya koyuyor. 1940’lı yılların ortalarına, dünya savaşının yıkımına doğru, kaçınılmaz biçimde giderek vatansever birine dönüşen ve Nazi faşizminin ‘karşı tarafta kendi nükleer ölüm deneyleriyle’ dünyayı sürüklediğinden kaygı duyan Oppenheimer, atom bombası projesinin ülkesi ve dünyanın geleceği adına olabilecek en doğru girişim oluşunun çelişkisini okura sayfalar boyunca duyumsatıyor.
Kitabın önemli bir eşik noktasını ise, FBI direktörü J.Edgar Hoover’in 15 Kasım 1945’te Oppenheimer’ın hakkındaki ilk dosya özetini Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’na yollaması oluşturuyor. O dönemde hakkında Phillip Morrison tarafından “...kendisini tanrı sanıyor,” benzetmesi yapılan karakterin biyografisi, bu yönüyle gerek siyasal, gerek psikolojik ve gerekse tarihsel bir başyapıt olarak adından uzun süre söz ettireceğe benziyor.