04.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Nil Kural - İlk filmi “Deniz Seviyesi”ni Esra Saydam ile yöneten Nisan Dağ’ın kendisine Talilnn Film Festivali’nden En İyi Yönetmen Ödülü kazandıran yeni filmi “Bir Nefes Daha”sı İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışmasında dün gösterildi. Film, Karaçınar adlı kurmaca bir mahallede rap yapan Fehmi (Oktay Çubuk) ile elektronik müziği bırakmış Devin’in (Hayal Köseoğlu) yollarının kesişmesini konu alıyor. Bonzai bağımlısı Fehmi’nin müzik ile bağımlılık arasında gidip gelmesini konu alan filmi, Dağ ile konuştuk.
Filmin çıkış noktası MTV için çektiğiniz belgesel mi oldu? İlham veren neydi?
Aslında belgesel çekim sürecindeyken bu habitatı anlatan, bu karakterleri perdeye taşıyan bir hikâye anlatacağım gibi bir fikrim yoktu. İlham veren, İstanbul’un gerçekliğinin kendi içimde bulunduğumdan başka bir tarafını görmekti. Aslında Ankaralıyım ve steril, kapalı bir baloncuk içinde hayatımızı geçirebiliyoruz. O belgesel, benim için o baloncuğu patlatan şey olmuştu. Normalde kendi rutinim içinde karşılaşmadığım insanlar yoluma çıktı. Türkiye’yle yeniden tanışmama vesile oldu. Üreten biri olduğum için üretimle olan bağımda insanların nasıl ilham aldıklarını, ilhamla ilişkileri görmek önemliydi. Rap mesela mahalledeki çocuklar için bir güç kaynağı, hayata tutunmak için bir dal. Üretimle böyle bir yerden ilişki kuruyor olmaları çok hoşuma gitti. Çünkü benim çevremdeki üreten insanlar daha farklı; sinemacılar, tasarımcılar var. Kimisi aynı mahalledeki insanlar gibi kalpten ve tutkuyla üretiyor, kimisi kıymetli hissetmek için… Ben ikinci gruptan uzak duruyorum. Hayattaki tüm zorluklara, bizi güçsüz hissettiren koşullara rağmen tutunacak müzik, dans, sinema gibi bir şeyin olması beni etkiledi.
Filmdeki Devin karakteri bu üretimle ilişkisi kesilmiş insanlara mı tekabül ediyor?
Devin’in çevresinde ne kadar popüler olduğunu umursayan figürler görüyoruz. Mahallede de tersine Fehmi artık en dibe vurduğunda, nefes alacak bir alanı kalmadığında ona alan yaratan rap müzik oluyor. Müzikle karakterin ilişkisi çok gerçek, çok sahici geliyor. İstanbul’un zor koşullarında müzik yapan çocuklar gerçekten sanatçı ve onlarınki değerli ve ayrıcalıklı çevrelerdeki insanlar şımarıktır da demek istemedim ve buna çok dikkat ettim. Devin bir kayıp ruh, müzik yapmayı bırakmış, uzun zamandır üretmeyen biri ve içinde bulunduğu çevrelerde kabuğuna çekilmiş. Fehmi, üretim yapmaya devam etmek için ona ilham kaynağı oluyor.
Bağımlılık konusu hikâyeye nasıl dahil oldu?
Fehmi yaşında bir karakter için hayatın zorluklarından biri köşe başında şeker gibi satılan uyuşturucu aslında. Biri de suça itilmek. Aslında bunun bir tercih değil, yönlendirildiği, hayatta sürüklendiği bir durum. Çok parlak çocuklar var, bu memleketin mahallelerinde ama o fırsatlar onlara sunulmuyor. Hayata beş sıfır geride başlıyorlar. Devin karakteri bizi de seyirci olarak o dünyaya sokabilir ve bakış açısını değiştirebilir diye umdum. Kimin kime ilham vereceği hiç belli olmaz bu hayatta.
Filmin aynı zamanda bir müzik albümü prodüksiyonu gibi olduğunu söylemişsiniz, biraz açabilir misiniz?
Filmde Fehmi’nin grubundan üç rap şarkısı var duyduğumuz. Onun dışında free style performanslar var. Bütün bunların hem sözlerinin hem de altyapılarının yapılması bir buçuk seneye yayılan bir süreç oldu. Başlı başına bir albüm yapmış kadar üzerinde çalıştık. Daha iki hafta önce tekrar kayda girdik. İki yıl önce çektiğimiz filmlerdeki kayıtları Spotify gibi platformda yayınlamak istiyoruz. Her şeyi atlatmış olarak set telaşı olmadan yeniden kayıt yaptık.
Filminizi Talinn’de ve ABD’de gösterdiniz. Nasıl tepkiler aldınız?
Talinn’de seyirciyle buluştuğumuzda aldığımız tepkiler çok duygusaldı. Hatta Oktay Çubuk’un gösterimden sonraki akşam gittiği barda onu biri tanıyor biri ve “Hayatımda en etkilendiğim 10 filmden biri” diyor. Onu, filme kız arkadaşı yollamış, çocuk müzisyenmiş ve uyuşturucu bağımlısıymış. Böyle çok kıymetli bir anı var. Zorlu ve yorucu bir mücadele film yapmak ama böyle bir şey duyduğunuzda “Tamam, değdi işte” diyorsunuz. Bir insana bile dokunduysak değer, tüm zorluklara. İstanbul Film Festivali konusunda heyecanlıyım. Bu, seyirci odaklı bir film, kendime auteur diyemem tarz olarak. Kendimi hikâye anlatıcısı olarak görüyorum. Film yapma amacım seyirciyle iletişim kurmak. Eleştirilere de merakla bakıyoruz ama seyircinin kalbini kazanabilecek miyiz bu çok önemli.
İkinci filminiz “Bir Nefes Daha”yı çekmek, ilk filminiz “Deniz Seviyesi”nden daha mı zor oldu?
Evet. İlkini 2013’te ikincisini 2019’da çektim. Bu filmle Kültür Bakanlığı’ndan destek almadık. Aslında ben desteklenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum. Sanatsal yönünü ben değerlendiremem ama bu ülkede bu kadar uyuşturucu problemi varken, bir kamu spotundan büyük etki yapabilir bu film. Gerçekçi dili ve tonu nedeniyle insanları etkilemem de daha yüksek olasılık. Sanat alanında biz akıntıya karşı kürek çekiyoruz. Arkamızdan güç verebilecek bir akıntı ile nehirde ilerlemek varken, biz ayakta kalıp film yapmaya çalışıyoruz. Filmi finanse etmek çok zor oldu, iki yıl para aramakla geçti. Bu sürede Türkiye sinemasına bir film daha katmış olabilirdim. Eğer nehrin akıntısı arkamda olsaydı…