12.12.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:
SEMİHA ŞENTÜRK
Ekim ayında kaybettiğimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1967’de Uluslararası Şiir Forumu tarafından ‘Yaşayan En Büyük Türk Şairi’ seçilmişti. Edebiyat çevreleri, Dağlarca’nın vefatının ardından bu unvanı kimin alacağını konuşmaya başladı. Biz de yazar, şair, eleştirmen, kültür sanat editörlerini arayıp bu unvanın yeni sahibinin kim olduğunu sorduk.
İsimlerini aşağıda göreceğiniz 50 kişi yanıt verdi sorumuza:
Ahmet Soysal, Ahmet Ümit, Baki Asiltürk, Berrin Karakaş, Beşir Ayvazoğlu, Birhan Keskin, Cem Erciyes, Deniz Kavukçuoğlu, Egemen Berköz, Elif Şafak, Enver Ercan, Eray Canberk, Eren Aysan, Feyza Hepçilingirler, Füsun Akatlı, Gökçenur Ç., Hasan Ali Toptaş, Hasan Özkılıç, Hıfzı Topuz, Hilmi Yavuz, Hulki Aktunç, Hüseyin Alemdar, İhsan Yılmaz, Konur Ertop, Lale Müldür, Mario Levi, Metin Celal, Metin Kaygalak, Murat Uyurkulak, Murathan Mungan, Müge İplikçi, Namık Kuyumcu, Nazlı Eray, Prof. Dr. Nüket Esen, Orhan Duru, Ömer Türkeş, Özen Yula, Pınar Kür, Selim İleri, Selim Temo, Semih Gümüş, Sibel K. Türker, Süreyya Berfe, Şebnem İşigüzel, Tahsin Yücel, Prof. Talat Sait Halman, Tuğrul Keskin, Yılmaz Karakoyunlu, Yılmaz Odabaşı, Yusuf Çotuksöken.
50 kişilik jürinin verdiği isimler Gülten Akın, Hilmi Yavuz, Arif Damar, İsmet Özel, küçük İskender, Sezai Karakoç, Murathan Mungan, Lale Müldür, Ahmet Güntan ve Birhan Keskin’di. Kimileri de bu unvanı taşıyacak bir isim olmadığını söyledi.
Oyların çoğunluğunu alan Gülten Akın, açık ara farkla “Yaşayan En Büyük Türk Şairi” olarak kapak dosyamıza konuk oldu bu ay.
1956’da yayımlanan ilk şiir kitabı “Rüzgar Saati”nden beri vicdanı, sorumluluğu, duyarlığı ve incelikleri kendi şiir potasında eriten, yaşayan en büyük şairimiz Gülten Akın’ı saygıyla selamlıyoruz.
II. DÜNYA SAVAŞI YILLARI
Gülten Akın, 23 Ocak 1933’te Yozgat’ta doğar. Çocukluk yılları Yozgat’ta dedeler, nineler, amcalar, dayılar, yengeler, kuzenlerden oluşan geniş bir aile çevresi içinde geçer. Babası Balyozoğlugiller’dendir, annesi ise Kavurgalı Hoca Nuri Efendi’nin kızıdır.
Anne tarafı eşraftandır; baba tarafı ise halktan. Anne tarafının evi, tek katlı ama sofalı, iç içe kocaman odaları olan, bu odaların kapılarının üstünde Latin harfleriyle besmelelerin, şiir dizelerinin, özdeyişlerin bulunduğu büyük bir evdir.
Baba evi ise, ‘çardaklı, sayvanlı, sekili, aydınlık konuk odalı, karanlık tandır odalı ve kilerli küçük bir ev’. Gülten Akın’ın hayatı bu evlerde, özgürlük içinde geçer.
Babası II. Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda askere gider, aile de baba tarafından dede evine... Ekmek karnelerinin, pahalılığın, yokluğun hüküm sürdüğü yıllar... Oyun oynanılan bahçelerin, sokakların, evlerin tadı kaçar giderek. İlkokula Yozgat’ta devam eder şair; sınıf birincisidir hep.
Baba, 1942 yılında, üç yıl süren askerliğini bitirdikten sonra Ankara’ya gider; orada emniyet muavenet memuru olarak iş bulur. Bunun üzerine aile Ankara’ya taşınır.
İLK ŞİİR İLKOKULDA
“Yozgat’taki o güzelim yaşantıdan sonra bir vurgun gibi yaşadık Ankara’yı” der Gülten Akın. “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya”” dizesi ve onun yansıttığı duygular, Gülten Akın için Ankara’da geçen bu sıkıntılı günlerden sonra başlar.
İlkokul son sınıfı Anafartalar’daki Atatürk Kız İlkokulu’nda okur Akın. Ortaokulun ilk yılını ise Taşmektep’te. Taşmektep yıkılınca, Cebeci Ortaokulu’nda devam eder eğitimine. 1948’den sonra da Atatürk Kız Lisesi’nde...
Önceleri tek tük yazdığı şiir, bu yıllarda sürekli bir uğraş haline gelir. İlk şiirini ilkokul son sınıfta yazmıştır. Öğretmenin verdiği ‘güzel yazım’ ödevinden kendi deyişiyle ‘dört dizeyle kurtulmak yürekliliğini gösterir’. Ortaokul yıllarında aile bireylerine, öğretmenlere, doğaya şiirler yazarak devam eder şiir serüvenine.
Dedesi uzun kış gecelerinde ezgiyle manzum peygamber kıssaları okur ona. Dayıları, amcaları şiirler yazar. Dayılarının tavan arasındaki eski bavullarında bulduğu kitapları sayesinde şiiri, öyküleri, romanları, antolojileri, Dostoyevski, Tolstoy ve öteki klasikleri, Nâzım’ı, Sabahattin Ali’yi erken yaşlarda tanır.
Lise yıllarında ise şiirleri sınıf ve okul dergilerinde yer alır. Gülten Akın’ın lisede yazdığı şiirler mizahi şiirlerdir. Evde dedesi tarafından korunduğu gibi okulda da edebiyat öğretmeninin koruyuculuğunda, kızdığı öğretmenlere, özellikle de fen ve matematik derslerinin öğretmenlerine taşlamalar yazar.
Bir taraftan da çok iyi bir öğrenci olmayı sürdürür. Atatürk Kız Lisesi’ni 1951’in haziran döneminde sadece dört öğrenci bitirir, bu öğrencilerden biri de Gülten Akın’dır. Daha sonra Hukuk Fakültesi’ne yazılır.
DURMADAN ÇALIŞMAK
İçişleri Bakanlığı’nda iş bulur aynı zamanda. Akşamları ders çalışır, yıl sonlarında ise izinlerini kullanarak sınavlara girer ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni dört yılda bitirir.
Sonrasını şöyle anlatır “Yaşam Öyküsü” adlı yazısında Gülten Akın: “Çalışıyordum, okuyordum, şiir yazıyordum, nişanlanmıştım bir de. O günden bugüne durup dinlenmeden çalıştım. Uyku saatleri dışında tek boş dakikam geçmedi. Çok yorgun düştüğümde örgü örerek dinlendim.”
1956’da, üniversite yıllarında tanıştığı, yarım asrı geçen evlilikleri boyunca büyük bir sevgi ve aşkla bağlı kaldığı Yaşar Cankoçak ile hayatını birleştirir.
1957’de ve 1958’de art arta iki çocuk sahibi olurlar. 1957’de kısa bir süre Kumluca ve Şavşat’ta oturan çift 1960’ta Ankara’dan ayrılır. Yaşamları, Türkiye’nin farklı ilçelerinde sürecek ‘göçebe’ bir döneme girer.
Cankoçak kaymakamdır. 1972’ye kadar onun mesleği nedeniyle çeşitli ilçelerde ve Kahramanmaraş’ta yaşar aile. Gülten Akın bu dönemin şiiri açısından çok verimli olduğunu söyler. Temelindeki ve dilindeki Anadolu bilgisini bu kasabalarda yeni olanaklarla geliştirme imkanı bulur.
Gülten Akın ve eşi Anadolu’ya 1960’lı yıllarda, demokratik bir anayasanın yürürlüğe girdiği, Türkiye için yeni umutların yeşerdiği dönemde giderler. Pek çok kitap çevrilir bu yıllarda; özellikle de politik kitaplar...
Gülten Akın bu dönem için “Biz hem edebiyatı hem de her türlü yaşamı, yaşantıyı, dünyanın gidişini yalnız çevremizden ve kendi ülkemizdeki yayınlardan değil, dışarıdan izleme olanağını ve daha geniş, daha kapsamlı bir biçimde öğrenme fırsatını da bulduk” der.
Cankoçak, mesleğini idealleri doğrultusunda, taviz vermeden yapmaya çalışır. Fakat yapmak istedikleri daima engellenir, sürekli soruşturmalara ve sorgulara uğrar.
ÖĞRETMENLİK GÜNLERİ
Bir gün pek çok evin camını kıran bir bomba atılır evlerine. “Sen çalışkan, dürüst bir kaymakammışsın, çok gördük senin gibileri” cümleleriyle başlayan tehdit mektupları alır aile. Lojman hasar görür ancak evden hiç kimseye bir şey olmaz. Günlerce yastık altlarında tabancayla uyurlar.
Gülten Akın, bütün o göçebe dönemde gittikleri ilçelerde öğretmenlik ve avukatlık yapar. 1960’ta Giresun Alucra’da okuma yazma bilmeyen kadınlar için kurslar açar, ortaokulda Türkçe öğretmenliği de yapar.
Van Gölü kıyısındaki Gevaş’a atandıklarında daha tecrübeli olduklarını söyler Gülten Akın. Burada iki buçuk yıl kalırlar. Gevaş’ta da öğretmenlik yapar şair.
Gevaş’ta ailenin üçüncü çocuğu doğar. Ardından iki çocuk daha gelecek, biri erkek, dördü kız beş çocuklu geniş bir aile olacaklardır.
Gevaş’tan sonra Ankara Haymana’ya atanırlar; Gülten Akın, küçük, ücra ilçelerde geçen yıllardan sonra büyük bir kentin ilçesinde oturmayı hak ettiklerini düşünür.
Kentlerin sinemaları, kitapçıları bir özlemdir çünkü. O yıllar bereketli toprakları olan Haymana’da kadastro tespitleri yapılır. Köylüler, Haymana’daki hazine topraklarını bölüşüp kendi üstlerine yazdırır. Hazine üstüne yazılanlara ise itiraz ederler. Gülten Akın kamu yararını gözeterek hazine avukatlığı görevini üstlenir.
Pek çok dava görülür, bir köyden diğerine gider Gülten Akın. Bir taraftan da öğretmenlik yapar. Sadece on ay kalabilirler Haymana’da. Kıbrıs Sorunu’nun ortaya çıktığı günlerdir, Haymana’da Manzaralı üssüne karşı miting yapılır. “Bardağı taşıran son damlaydı” der bu miting için Akın. Ve aile, Haymana’yı iki gün içinde terk etmek koşuluyla Kumluca’ya, Karadeniz’in 250 nüfuslu bir dağ kasabasına sürülür.
ŞİİRE DÖNÜŞEN YAŞAM
Kirada oturdukları evin altındaki boş yerde biraz da sıkıntıdan avukatlık yapar. ‘Erkek işi’ olarak görülen avukatlık mesleğini yaptığı için ‘Paşa Abıla’ diye çağrılır burada. Para almadan, kendi toprağında yarıcı olanların davalarını izler. Baro para almadığı ve kötü örnek olduğu gerekçesiyle uyarır onu. “Oysa benim alışverişimin parayla pulla ölçülesi yok” der Gülten Akın. Çünkü buradaki deneyimler, yaşam bilgisi hiç durmadan şiire dö- nüştürülür. “Dostluklar bir yandan, öte yandan işe yaramalar ve biriktirilen, şiire dönüştürülen yaşam bilgisi.” Esas olan budur.
1972’de yine Ankara’ya gelir aile. Akın, burada bir süre Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolu’nda çalışır. Halkevleri, İnsan Hakları Derneği, Dil Derneği gibi demokratik kitle örgütlerinde kurucu ve yönetici olarak görev alır. 1978 yılında ise emekliye ayrılır.
1978-1986 yılları arasındaki yaşamını “(...)Mamak Askeri Cezaevi’yle ilişkim ağırlıklı bir yer tuttu. İçerde yatmış kadar oldum, öteki analarla birlikte” diye anlatır. Gülten A-kın’ın oğlu bu yıllarda cezaevindedir. Devrimcidir çünkü.
“Pırıl pırıl beş çocuk yetiştirdim. Yetiştirdiğim çocuklara halkınızı, insanları sevin, kimseyi incitmeyin dedim. Onları sosyalist olarak yetiştirmeye çalıştım. Bunun sonunda en büyük acıyı da orada gördüm” der şair.
ŞİİR: SABIR VE COŞKU
“‘Yüreği içerde’ annelerin iç kanırtıcı acılarını taşır bu dönemi anlattığı “İlahiler” ve “42 Günün Şiirleri” adlı kitapları. “Avlu” şiirinde annenin avluda attığı “uzun buzdan sarkıtlar biçiminde donan” çığlığı, anne ve şair Gülten Akın, şiirlerinde duyurur.
Sonraki yıllarda ise şiirle uğraşır hep. Şiirleri pek çok dile çevrilir. Yurt içinde ve yurt dışında, Almanya, Hollanda, İsviçre, Avusturya gibi ülkelerde çağrılı olarak gittiği toplantı ve söyleşilere katılır Akın.
Bugün Ankara’da ve Burhaniye’de (Balıkesir) yaşıyor şair; şiir yazmaya ve yayımlamaya devam edeceğini söylüyor.
Peki bütün bu sancılı, zorlu süreçte kendi yolunu bulan şiir kolunda, Akın’ın edebiyat dünyasında neler olur?
Gülten Akın edebiyat dünyasına 1951 yılında Son Haber dergisinde yayımlanan şiiriyle girer. İlk şiirleri Hisar, Türk Dili, Mülkiye ve Varlık gibi dergilerde çıkar. 1955 yılında ise Varlık dergisinin açtığı bir şiir yarışmasında birinciliği Teoman Karahan ile paylaşır. İlk şiir kitabı “Rüzgar Saati” 1956 yılında Varlık Yayınevi tarafından yayımlanır.
Gülten Akın’ın poetikasının yapıtaşını, gündelik dili değiştirerek sanatsal bir gerçeklik oluşturan şiirin yaşamı da değiştirebileceği, eleştirebileceği düşüncesi oluşturur: “Kendi dilini gündelik dil içinden kuran şiir, onunla dünyanın insan ilişkilerinin en uç noktalarına en ulaşılamayan yerlerine kadar gitmeye çalışır”.
Gülten Akın’a göre bir başkaldırıdır şiir. Şöyle anlatır şiiri 1994 yılında TÜYAP Ankara Kitap Fuarı’nda yaptığı söyleşide: “Şiir, dizelere sıkıştırılmış bir nükleer enerji. Şiir, parçalanacak, patlayacak olan şey. İşte düzeni, egemenleri korkutan şey. Şiir hem haz, hem derinlik, hem sonsuz bir bağımsızlık, bağsızlık, hem çok ince bir denge, bir iç düzen. Sabır ve coşku.”
TÖRENİN ELEŞTİRİSİ
Şiirin gücünü anlatan sözlerdir bunlar. Akın, bütün şiir serüveni boyunca şiirin toplumu, bireyi ve hayatı değiştirme gücüne inanarak yazar şiirlerini.
Gülten Akın özellikle “Kırmızı Karanfil” (1971) adlı şiir kitabından sonra eleştirmenlerin ikinci dönem olarak adlandırdığı şiirlerinin merkezine toplumun sesini yerleştirir; onların sorunlarına, yoksunluklarına eğilir.
Gülten Akın’ın ilk üç şiir kitabındaki -“Rüzgar Saati” (1956), “Kestim Kara Saçlarımı” (1960) ve “Sığda” (1964)- şiirlerinin merkezinde bireysel, içe dönük ve kadınca duyarlığı yansıtan ‘ben’ vardır. Özellikle kadın-bireyin aşkını, yalnızlığını, umutlarını, umutsuzluklarını, tedirginliklerini yalın bir söyleyişle ve kimi zaman doğaya ait öğelerle kurulan imgelerle dile getirir bu kitaplardaki şiirlerin çoğu.
Ancak bu yalnızlık hiçbir zaman bütünüyle tekilliğe bürünmüş bir yalnızlık olmaz şiirdeki ‘ben’ için. ‘Ben’le birlikte ‘onlar’ da vardır şiirde.
Tıpkı “Deli Kızın Türküsü”ndeki “Siz yoksunuz şiir yazan ellerim yok” diyen şiir kişisi gibi Akın da şiirinde kalabalıkları, çevreyi, toplumu hiçbir zaman göz ardı etmez.
“Kestim Kara Saçlarımı” şiirinde ‘ben’ toplumsallığıyla birlikte ele alınır örneğin; yasağın, yasanın, törenin eleştirisi vardır şiirde: “Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön/ Yasaktı yasaydı töreydi dön/ İçinde dışında yanında değilim/ İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi/ Bu nasıl yaşamaydı dön.”
“KİMSELERİN VAKTİ YOK...”
Ancak bu ilk şiirlerde çevre, ‘ben’den dolayı ele alınır. Odak noktası bendir şiirlerde. “Kırmızı Karanfil”, ‘ben’in merkezden çekilip, yerini toplumsallaşmış bir bireyle halka, halkın ortak sesine bıraktığı şiirlerin bulunduğu bir kitaptır. Gülten Akın’ın kasabalarda yaşadığı süre içinde yeni imkanlarla beslediği Anadolu, çevre, insan ve dünya bilgisi şiire yansır böylelikle.
Oğuz Demiralp’in, Kitap-lık dergisinin Ocak-Şubat 2002 sayısında çıkan “Şair Ana” adlı yazısında değindiği gibi “Bir Salı Yola Çıkış” şiiri bu dönemin bildirisi niteliğindedir: “Toprakta ihsanî öncesi âşıklar/ Garip, Yunus, Karacaoğlan/ Demirden ve idrojenden geçerek / Lorka ve Brecht’le birleşmedeler.”
Halk deyişleri, söyleyişleri modern şiirin olanaklarıyla bir arada yer alır; halk şiiri bir kaynak, bir kökendir bu şiirlerde. Halk şiiri özümsenerek, şiirde çağdaş bir biçem ve öz yaratılır “Kırmızı Karanfil”de.
Bu biçem, sonraki şiirlerde de devam eder. Bugün hâlâ sıklıkla anılan, değerini hiç yitirmeyecek “Ah kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya” dizelerinin bulunduğu “İlkyaz” şiiri de bu kitapta yer alır.
EPİK ÖĞELER
“Kararıp pas bağladılar/ Yine bağlarlar/ Uzun ürkünç bir süreyi bizden geçirenler” dizeleriyle başlar “Ağıtlar ve Türküler” (1976) kitabının ilk şiiri “Kargış Ağıt”.
Bir kargışı, yani laneti dile getirir şiir. Buna rağmen şiirin yansıttığı duygular arasında etkileyici bir denge vardır. Ağıdı söyleyen kişinin acısı, haksızlığa karşı öfkesi kadar direnci ve başkaldırısı da yer alır burada.
Ağıt ve türkülerin izlekleri çağdaş bir söyleyişle, sesle dile gelir; kazandığı çağdaş içerik ve biçemle bugünü, bugünün acılarını, adaletsizliklerini dile getirir.
“Ayvazın Ağıdı” da vardır bu şiirlerde, “Annesi Çalışan Çocuğun Ağıdı” da. “Avcı Osman Türküsü” de söylenir, ‘bakışları ve dostlukları uzakta bırakan yüksek evde’ oturanlarınki de.
1972 yılında yayımlanan “Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı” ve 1979 yılında çıkan“Seyran Destanı”yla ise Gülten Akın şiirine epik öğeler eklenir. “Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı”, Kurtuluş Savaşı sırasında Maraş’ın direnişini ele alır. Dil kaynağı yine halktır. Şehirde çekilen sıkıntılar, yoksulluk, yeni bir yaşamın zorlukları aktarılır bu şiirlerde.
ŞAİRİ KOVALAYAN ŞİİR
1970-1980 arasındaki on yıl Türkiye’nin en sancılı dönemlerinden biri. Davaların, sürgünlerin yerini cezaevleri, işkenceler, zulümler almıştır. Gülten Akın ve ailesi de sekiz yıllık bir pay alır bu dönemden. Akın’ın oğlu sekiz yıl cezaevinde kalır. Yukarıda da sözünü ettiğimiz “İlahiler” (1983) ve “42 Günün Şiirleri” (1986), Gülten Akın’ın bir anne ve şair olarak ‘yüreğinde kıldan bir testere taşıdığı’ bu acı yılların ürünleridir.
“Günlerce aylarca şiirden kaçtım/ Gümüş tilkim mavi sincabımdı kovaladı beni/ Işığı önüme düştü yansıdı balkıdı/ Dokundu okşadı, ayağımı çeldi yolumu gözledi”... “42 Günün Şiirleri”nde dile gelen acı deneyimlerden sonra yayımlanan “Sevda Kalıcıdır” (1991) kitabı, bu dizelerle başlar. Şairi kovalayan şiiri anlatan dizelerle...
Akın’ın şiirden kaçmasının sebebi şiir yazan oğlunun bir protestosudur. Oğlu, cezaevindeyken yazdığı ‘benim diyen ozanlara kalem kırdırtacak yetkinlikte, güzellikteki’ şiirlerinin yayımlanmasına izin vermez.
Sonrasını şöyle anlatır Gülten Akın: “Sevdiği kıyamadı, onların ikisini tanınmış bir dergide yayımlattı. Oğlum bir açıklamayla reddetti o güzel şiirleri. Yırttı öteki yazdıklarını.(...) Onları okumaya kim hak kazanmıştı ki? Sevgisi, iyiliği evinin duvarlarından çıkmayanlar mı? Hayvansever, çiçekseverlikleriyle övünüp, dallarımız, filizlerimiz işkencelerde, cezaevlerinde yitip giderken kılını kıpırdatmayanlar mı? Korkunun alnacında sinip susanlar mı?”
Gülten Akın da şiir yayımlamaktan vazgeçer bir süre. Ancak “Sevda Kalıcıdır”da şiirin şaire yakınlığını, şair için vazgeçilemezliğini anlatan o dizelerle karşılar okurunu.
“GEYİKLER ÇOKTAN ÖLDÜ”
“Balkon” ve “Kent” bölümlerinden oluşan kitapta bireysel benin öznelliği ön plandadır. “Balkon” bölümünde şiir kişisi; Ahmet Ada’nın “Durup İnce Şeyleri Anlamak için: Gülten Akın Şiirinin İzlek Evreni” adlı yazısında vurguladığı gibi iç muhasebesi, ‘geçmişe dönük irdelemeler’ yapar.
Şiir kişisinin incelikli duyguları ve duyarlığı “Ters Çingene” şiirinin “Upuzun bir avın gümüş tilkisiyim/ Irmaklar boyunca koştum karda koştum/ Bıraktım kıymadım canlar azizdi/ Dönüp kendimi avladım” dizelerinde olduğu gibi yalınlığın ‘en uç’ noktalarına ulaşılarak, damıtılmış dizelerle ve imgelerle yer alır şiirlerde.
“Kent” bölümü ise ben ile çevresinin birlikte göründüğü şiirlerdir. Kitaptaki bir şiirin adının söylediği gibi “Günün tanığıdır”. 1980 sonrasında ortaya çıkan toplumsal durumu kimi zaman ironik bir dil kullanarak eleştirir.
“Sonra İşte Yaşlandım”(1995) Gülten Akın’ın gizlerinden ipuçları verdiği şiirlerdir. Şiiri bir geyik avına benzetir Gülten Akın:
“Şiir yazmak geyik avlamaksa eğer, öldükten sonra avlanmalı geyikler. Yani yaşananlar soğuduktan sonra yazılmalı. Hayatı yok etmedikçe şiiri var edemezsiniz. Yaşamdaki o canlılığı, kımıldayan şeyi yok edeceksiniz; öbür alanda var etmek için.
Hem genç bir kadınken, herkes sizin gizlerinizi merak eder. Bu yüzden bugüne kadar gizlerimi hep sakladım, bunu savundum. Zaten giziniz olmazsa yazamazsınız. Ama şimdi ipuçları vermeyi yeğliyorum. Çünkü geyikler çoktan öldü.”
SUSMANIN ANLAMI
Temelini 17 kısa şiirin oluşturduğu “Sonra İşte Yaşlandım”daki şiirler geyiklerin ölümünden sonra yazılmıştır. Şairin ‘gizleri’ bu iki dizelik kısa şiirlerde ve bu şiirlerin arkasından gelen, onların devamı niteliğindeki şiirlerde yankılanır. Okura da yaşamın gizlerini fısıldayan şiirlerdir bunlar.
Acının, geçmişin ya da susmanın anlamı en duru haliyle yer alır kısa şiirlerde: “Geçmek acıyı getirir daima” der, “Çağ açıklanır varlığıyla kimi şeylerin/ Geçmiş, yokluğuyla açıklanamaz” ya da “Sözlerin bumerang gibi/ döner yaralarsa seni/ Ağzın dilin gereksizdir/ susarsın.”
“Sonra İşte Yaşlandım”ın ardından “Sessiz Arka Bahçeler” (1998) gelir. Şiirdeki ben “Siklamen İlahi”de, “Tuhaf bir Aşk”ta ya da “Mutlu Bir Güne Ön Şiir”deki gibi bazen büyükanne bazen de anne ve sevgili olarak yer alır. Hüzünlerini, sevinçlerini ya da öfkesini içtenlikle, ‘ince şeyleri anlayan’ bir duyarlıkla dile getirir şair.
Gülten Akın, ilk şiirlerinden beri çeşitli biçimlerde yer verdiği kadına ve kadın sorunsalına büyük bir yer ayırır burada.
Gülten Akın, şiir serüveni boyunca toplumcu duyarlığı kadınca bir duyarlıkla birleştirmiş, şiirlerinde ‘ben’in bireyselliğini es geçmeden, onu toplumsallığıyla birlikte ve bütünselliği içinde ele alarak şiirin ve dilin bilinciyle anlatmıştır.
UMUDU VAR KILMAK
Bir başka deyişle, estetik ve etik kaygı daima yan yana bulunur şiirlerinde. “Bir yandan estetik kaygı, bir yandan ahlaki; zor. İşte bu ikisini dengeleyebilen, yani ateşten gömleği giyebilen şiir iyidir” der Gülten Akın. Akın bu ateşten gömleği giymiştir. Son dönem ürünleri “Uzak bir Kıyıda” (2003), “Celâliler Destanı” (2007) ve “Kuş Uçsa Gölge Kalır”(2007) bu anlayışın sürdürüldüğü, inceliklerin söylenmeye devam ettiği kitaplardır.
Gülten Akın, sağlık sorunları nedeniyle gidemediği Türkiye’nin Onur Konuğu olduğu 50. Frankfurt Kitap Fuarı’nın kapanışında Ayfer Tunç’un okuduğu konuşmasında “Dünyanın iki eli var sanki. Biriyle taşıdığı kolaylıklar, incelikler, ötekiyle taşıdığı kabalık, kıyıcılık, yok edicilik, ölüm. Bu ikinci el o kadar güçle saldırır oldu ki, dünya kendini yok etme aşamasına geldi.
Elimizde düş gücümüzle, yeteneğimizle ürettiğimiz o yazılar, şiirler var. Kitaplar var. Yazdıklarımızda gerçek adına söylediklerimiz ne olursa olsun, bir kıyıcığında umudu saklı tutuyoruz. Metalik söylemler varsın kolaylıklarını sürdürsün. Ama bizler yazınla, şiirle, sanatın her türüyle umudu var kılalım” diyor.
Bunlar şiirin gücüne ve şairin sorumluluğuna inanan bir ozanın sözleri. Bu çağrıya okurlar da kulak vermeli. Dünyadaki incelikleri görebilmek, umudu diri tutabilmek için, düş gücüne seslenen şiiri, özellikle “Yaşayan En Büyük Türk Şairi” Gülten Akın’ın şiirlerini bugün ve her zaman okumalı.
Şehrazat, masallar anlatıp “binbir kara geceden masalsı aydınlığa ulaşır”; Akın’ın şiirlerine kulak verecek okurlar da dünyanın kaba ve kıyıcı elini bükebilir belki.
ŞİİRLERİNDEN BİR SEÇKİ
Kestim Kara Saçlarımı
Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti
Tutsak ve kibirli -ne gülünç-
Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı
Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum.
Kestim kara saçlarımı -n’olacak şimdi-
Bir şeycik olmadı -Deneyin lütfen-
Aydınlığım deliyim rüzgarlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın
Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum
“Kestim Kara Saçlarımı”dan
İlkyaz
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
(...)
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz
“Kırmızı Karanfil”den
Şehrazad
Şehrazad o binbir kara geceden
Ulaştı masalsı aydınlığa
Sesler rüzgara sığındı
onunla uçtu tuzağa
içinde kendine çevrik bir ok
sen acemi durdun
avcısın, ya hiç yakalayamadın
ya tuttuğun kaydı elinden hızla
acıyla sınandın,övgüyle sınandın
benzettiler, etiketler
“gördüm, gördüm” dedi kimileri
“aylası vardı”
sardın sarmaladın elde kalanı
bitimsiz geceye sakladın
şimdi hepsi düştü
Gülten gizde kaldın
“Kuş Uçsa Gölge Kalır”dan
Sığda
Sokağı beğendim mi bir bakıp pencereden
Çıkıp gitmek olmalı özelliğim bu benim
Senin durman, küçük sevinçleri yaşadığımızın
Ey yağmur, ey sevdiğim
Durgunsa kahvelerin masalarında hava
Kuşsuz kalmışsa ağzım gözlerim gülmemekten
Dostumdan, gökyüzüne sürmeye kuş isterim
Uzaktan en uygun ballı yemişleriyle
Tutup ötmeye ceylan, barınmaya kulübe
Küçük şeyler ormanına bir güven bir güven
Böyle yanılma hiç görmedim.
(...)
“Sığda”dan