Kültür SanatHayata söylenen bir güzelleme

Hayata söylenen bir güzelleme

30.08.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

İbrahim Altun’un “Sürtük ve Kalpazan” adlı romanı, edebiyat ile hayatın belirsizleşen sınırında seyrediyor. Okur, ‘yazar olan karakter’in romanlaşan hayatına doğru sürükleyici bir yolculuğa çıkıyor.

Hayata söylenen bir güzelleme

Edebiyat ile hayatın birbirine karıştığı o büyülü ufuk çizgisi, pek çok yazar için bir cazibe merkezidir. Bu ufukta seyreden kitaplara son olarak İbrahim Altun’un “Sürtük ve Kalpazan”ı da katıldı. Doğan Kitap’tan çıkan roman, heyecanlı bir polisiye havasıyla yazar karakterin romanlaşan hayatına doğru okurunu sürükleyici bir yolculuğa çıkarıyor.
Son derece akıcı bir dile sahip olan romanda kendimizi günlerdir ağzına bir lokma yemek sokmadığını söyleyen genç yazarın tıkabasa kitaplarla dolu izbe odasında buluyoruz. Paraya tahvil edilemeyen edebiyatın da gizli bir kahraman olarak sindiği roman, Zeytin adlı konuşan bilge kedinin katılımıyla fantastik bir lezzet de kazanıyor.
Altun’un en büyük mahareti, konuşan kedi dahil üç güne sığan nice tuhaf olay ve sıradışı karakteri, samimi üslûbu ile inandırıcı kılması. Başkahramanı yazar olan romanın okura sunduğu bir diğer lezzet ise Rus klasiklerinden Türk şiirinin ustalarına, Yunan filozoflarından, intihar etmiş edebiyatçılara uzanan bir boyutu da ana hikâyeye harmanlayışı.
Böylelikle edebiyatın sürekliliği ve hayatla olan bitmez tükenmez hesaplaşması da bir yan izlek olarak kitapta yerini alıyor.

Benim Tanrım vicdanım!
Kurgunun ana yatağında ise Urfa, Antep ve İstanbul üçgeninde yazmaya çalıştığı romanıyla ve sefaletle cebelleşen Murat Kavak adlı yazarın giderek kendisi roman konusuna dönüşen hayatı var. Bu hayat, aşk ve ihanet, intihar ve yeniden doğuş, yozluk ile saflık gibi pek çok kutbun içinden geçerek şekilleniyor.
Rus pavyon kızı İrina’ya duyulan ve aldanışla noktalanan aşk, tükenişin eşiğindeki intihar girişimi ve hayat kurtaran bir yabancıyla yeniden yakalanan dostluk, uğranılan inişli çıkışlı hayat duraklarından sadece birkaçı. Her düşüşte bir de kendisiyle dalga geçebilme yeteneği elde eden kahramanın kara mizahı da satıraralarında gizli, farklı konu başlıklarını yakalama olanağı tanıyor. Eleştiriden nasibini alanlar arasında edebiyat dünyasının şaşaalı yüzü ile medya ilk sırada yer alıyorlar. 

Hayatın sınırsız olanakları
Okurun doğrudan tanığa dönüştürüldüğü bu macerada kahramanımız bize yeni bir inanç olasılığı da sunuyor:
“Benim Tanrım vicdanım. Eğer bir şeyi yapmak ya da yapmamak arasında tereddüt yaşıyorsam, vicdanıma soruyorum. Vicdanıma sığmıyorsa eğer, demek ki yanlış. Yanlış bir şey yapıp yapmamak da yine benim elimde. Sonuçlarına katlanmayı göze alabiliyorsam, meseleye balıklama dalıp güna- hımı işliyor, sonra da bunun bedelini er ya da geç ödeyeceğimi düşünerek, boynumu eğip cezamı çekeceğim güne kadar bekliyorum... Günahkâr olarak yaşamak sıkar biraz, her babayiğidin harcı değildir. Böyle düşünerek kendimi rahatlatıyor hatta kendi içimde bir çeşit yiğitlik taslıyorum.”
Günahını sırtlama cesaretini gösteren kahramanın göze aldığı dibe vuruşlar ve kanatlanışlar okuru da hayatın sınırsız olanakları karşısında şaşkınlıktan şaşkınlığa düşürüyor. En rezil ve en masumu buluşturan  roman bu haliyle hayata söylenen bir güzelleme niteliğinde. Ya da sözü bir kez daha yazar kahramanımıza bırakmak gerekirse..:
“Demek düşerek çıkacaktım zirveye. Artık boş bir hayalin peşine kapılıp gerçeği aramak yerine kendi gerçeğimin içindeki büyülü hikâyeyi görmeliydim. Basit gibi görünen sıradan bir hayatım var sanıyordum. Ancak şimdi anlıyorum ki basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir... Evet, benim acılarım da en az bir roman kahramanı kadar dokunaklı ve her şeyiyle gerçekti. Yazdığım romanı bir kenara bırakıp her şey daha bütün sıcaklığıyla hafızamda tazeyken bir an evvel başlamalı ve kendi hikâyemi yazmalıydım....”