22.06.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Hazır Bodrum’dayken Seza’yı bu akşam yemeğe götürmek istiyordum. Ancak kabul edip etmeyeceğinden emin değildim. En iyisi yemek işini daha uygun bir zamana bırakmaktı. Diğer kişi Ömer Akbaş da Bitez’de oturuyordu. Onun da evine bir göz atmak fena olmazdı ama saat geç olmuş, ben de yorulmuştum. En iyisi eve gidip bir güzel dinlenmekti. Gaza bastım. İstikamet Muğla’ydı. Sezai Başkomiser’e Bodrum’da bir otelde ya da apart bir yerde kalmayı, böyle gidip gelmenin zor olduğunu söylemeyi isterdim ama şimdi onunla tartışmak istemiyordum. Çünkü kimsenin tadı tuzu yoktu. Sanırım bu talebim ters tepebilirdi. “Yav ortada bir şey yok, sen benden Bodrum’da bir ev kiralamamı istiyorsun. Ya da otel odası olacak iş mi Ayvaz? İstersen havuzlu villa ya da bir rezidans kiralayayım sana ne dersin?” diyeceğinden adım gibi emindim. En iyisi bir şeyler bulup işleri yoluna koymak ve Amir’in eşref saatini beklemek olacaktı. Derin bir iç geçirerek yoluma devam ettim. Kimseyle görüşmeden eve gitmek iyi olacaktı. Kendime güzel bir sofra kurmayı hayal ettim.
Televizyonun karşısına geçip koltuğu kurulduktan sonra Netflix’ten
kafa dağıtacak güzel hareketli bir aksiyon filmi buldum mu değmeyin keyfime… Bu sahneyi hayal ederek gaza biraz daha asıldım.
***
Bir taraftan da Avni Fişekçi’nin anlattıklarını düşünüyordum. Şaka bile olsa kare asta sinek olmak istemezdim doğrusu. Zühre’nin dediği gibi en değersizi… Katil de en değersizinden bu nedenle mi başlamıştı acaba diye düşündüm. Sonra sırayla maça, karo ve kupa mı geliyordu? Yani sınıfsal duruma göre en değersizden en değerliye mi gidecekti? Dördüncü adam kimdi? Avni keşke hatırlamış olsaydı da hemen önlemimizi alıp, takibimizi yapsaydık. Şansa bak ki adamın hatırlamayacağı tutmuştu. Birden aklıma şu Sadık Girit’in bahçesini alan Ömer Akbaş gelmişti. Sadık Girit bahçesini geri alamadığı için intihar etmişti. Cengiz’i aradım, Büro’daydı. “Buyurun komiserim?”
“Cengiz iyi akşamlar, bana şu intihar eden Sadık Girit’in dosyasını bulup evime getirebilir misin?”
“Sadık Girit dediniz değil mi?”
“Evet, adam 24-25 yıl kadar önce sanırım intihar etmiş.”
“Arşivden bakacağız.”
“Aynen, bulduğun zaman acil bir işin yoksa bana eve getir.”
“Tamam komiserim, hemen aramaya başlıyorum. Umarım buluruz.”
“Tamam bekliyorum.”
Eve geldiğimde hemen mutfağa gidip kendime ne gibi mezeler hazırlayabileceğime göz attım. Peynir, domates vardı Allah’tan. Dolapta biraz pastırma bulmuştum. O da iyiydi. Sıcak olarak ne olabilirdi; bir şey mi ısmarlasaydım acaba? Şimdi geç getirirlerdi, çok açtım ve bekleyemezdim. Birkaç tane elma ve ayva da bulmuştum. Bunlar bana şimdilik yeterdi. Hemen hızlı bir şekilde soframı hazırladım. Buz varsa harika olurdu. Dolap kapağını açtığımda buzluğun dolu olduğunu görünce keyfim iyice yerine geldi. Her şey hazırdı. Bir de güzel bir film bulabilirsem…
Bu arada telefonuma bir mesaj gelmişti. Keyfimi kaçıracak bir şeydir diye bakmadım. Zaten abuk sabuk bir mesaj olma ihtimali yüksekti. Genelde akşam saatlerinde gönderiyorlardı. Banka, alışveriş mağazaları, telefon şirketleri vs. en uygun olmayan zamanlarda mesaj yağdırmaya bayılıyorlardı.
Mesaj Whatsapp’a gelmişti. Dayanamayıp göz attım yine de. Seza’dan geliyordu. Bir fotoğraf göndermişti. Altında da bir not vardı. Notta, “David akşam saatlerinde bu adamla buluştu. Belki işe yarar diye yolluyorum. İyi akşamlar. Seza.” yazıyordu.
Fotoğraftaki adama baktım ama kimseye benzetemedim. “Teşekkür ederim. Bakıyorum, işe yarar bir şeyse sana bilgi veririm.” diye yazıp yolladım. Sonra da tekrar yoksul mezelere gömüldüm. Televizyonda çok eskiden birkaç kez seyrettiğim “Baba” filmine rastladım. Marlon Brando ve Al Pacino filmde müthiş bir oyunculuk çıkarıyorlardı. Bu filme biraz takılmaya karar verdim. Sonra yorgunluktan ve hızlıca midemi doldurduğum için ağırlaşmış ve gözlerim kapanmaya başladı. Ama aklım fotoğraftaki adamda kalmıştı. Fotoğrafa bir kez daha dikkatle ve büyüterek baktım. İki adam villanın kapı girişinde ayakta konuşuyorlardı. David’in yüzü oldukça net görünüyordu; misafirinin görüntüsü ise yandandı ama dikkatle bakınca bu yüzü tanıdığım fikrine kapıldım. Ama kim olduğunu bulamıyordum. Sonra şimşek çaktı ve donakaldım. Gördüğüm kişi bizim “Soytarı”nın ta kendisiydi.
***
Bu arada telefonum acı acı çalıyordu. Ama ben hala Soytarı ile David’in evinin önünde bir araya gelmelerinin şokunu yaşıyordum. Arayan Cengiz’di. “Amirim buldum dosyayı getireyim mi?”
Şu anda dosyayı düşünecek ve ona bakacak durumda değildim. “Biraz geç oldu. Benim de uykum geldi. Masama bırak, yarın sabah bakarım. Teşekkür ederim Cengiz.”
Telefonu kapar kapamaz Seza’yı aradım başka fotoğraf var mı diye. “Hayır, tek kare çekebildim, adam hemen içeri girdi. Hâlen içeride. Ne oldu heyecanlı geliyor sesin, bir balık yakalayabildik mi?”
“Olabilir Seza Komiserim, teşekkürler.”
ARKASI YARIN...