08.05.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
Nil Kural
Başrolünde Eva Green’in Sarah Loreau adlı bir astronotu canlandırdığı “Proxima”, Başka Sinema tarafından BluTV’de gösterilmeye başlandı. 20 Mayıs’a dek izlenebilecek film, “Mustang”in senaryosunu Deniz Gamze Ergüven’le birlikte kaleme alan Alice Winocour’un imzasını taşıyor. Küçük kızından ayrılıp uzaya bir yıllığına bir göreve gitmeye hazırlanan Sarah’yı konu alan filmi Fransız sinemacı Winocour’la konuştuk.
Filmin sonundan kadın astronotları çocuklarıyla görüyoruz. Çıkış fikriniz bir kadın astronotu ana karakter olarak görmemiş olmamız mıydı?
Elbette çünkü anlatılmamış hikâyelerin peşindeyim. Uzaya gitme konusu genelde Amerikan filmlerinde işleniyor ve her zaman aynı şekilde: Uzayı fethetmek, güç göstermek... Bu filmlerde kırılganlığına yer yok. Halbuki bence astronotluğun temel meselesi kırılgan olmaları. Çünkü insan bedeninin limitlerini test ediyorsun, aynı zamanda tevazu da içermek zorunda.
‘Hazırlık süreci zor’
“Proxima” çoğu uzayda geçen bilimkurgunun başladığı yerde bitiyor, yolculuğu değil, hazırlığı gösteriyorsunuz.
Evet çünkü çoğu astronot hayatları boyunca eğitim görüp hazırlanıp asla Dünya’dan ayrılmıyor. Sorunlarla Dünya’dayken uğraşıyorlar. Bu bakımdam bir yönetmene benziyorlar. Hazırlık süreci zordur, bitip sete geçince mutlu olursunuz. Film, anne ve kızı hakkında ve ayrılmak üzerine. Nasıl bir roket dünyadan giderken ayrılmanın değişik aşamalarından geçiyorsa Sarah da bu aşamalardan geçiyor.
Araştırma sürecinizden bahseder misiniz?
Çok araştırma yaptım. Fikri bulduktan sonra iki yıla yakın sürdü ve astronotlarla konuşup tartışarak yazdım senaryoyu. Bu dünyayı keşfetmeyi çok sevdim, zaten film çekmekle ilgili sevdiğim yeni dünyalar keşfetmek.
‘Dünyayı korumalıyız’
Bu araştırmaları yaparken sizi en çok şaşırtan ne oldu?
Eğitimin bu kadar zor olması. Çünkü insanlar olarak Dünya’da yaşamaya uygunuz, uzaya gitmeye değil. Amerikan filmlerinde Dünya’yı terk etmek ne kadar kolaydır, halbuki bu gezegene bağlıyız. Filmdeki detaylar doğru: 8 cm kadar uzuyorsunuz, hücreleriniz yaşlanıyor, gözleriniz bozuluyor, dengesizleşiyorsunuz; korkunç şeyler oluyor. Sanırım bu gezegenin cennet olduğunu fark edemiyoruz. Durum kötü olduğu için de Dünya’yı bırakma üzerine birçok film izliyoruz ama bence Dünya’yı korumaya odaklanmamız gerekiyor.
‘Kadınlar sürekli kendini kanıtlamak zorunda kalıyor’
Matt Dillon’ın astronot karakteri Mike Shannon, filmde sürekli Sarah’yı kadın olduğu için aşağılıyor. Araştırmanızda kadınlara karşı benzer tavırlar gözlemlediniz mi?
Evet bu çok gerçekçiydi. O bölümleri karikatür bulduklarını söyleyenler oldu. Ben de şu yanıtı verdim: “Keşke karikatür olsalardı...” Sadece kadın astronotlar için değil, gazeteci de olsanız, sinemacı da olsanız, sürekli yaptığınız işi hak ettiğinizi kanıtlamanız gerekiyor. İşinizi erkeklerin yaptığı kadar iyi yapıp üzerine biraz daha iyi yapmazsanız, yeriniz sürekli sorgulanıyor. Bu filmi yaparken şu da aklıma geldi: Neden bir görevi olan kadınları merkeze alan, aynı zamanda bu kadınların anne olduğu filmler bu kadar az? Bence görev kadınları anneliklerinden fazla bahsetmek istemiyor. Çünkü biliyorlar ki, anne olduklarını söylerse bu bir zayıflık olarak görülecek; erken çıkacakları, odaklarını kaybedecekleri düşünülecek. Astronotlara eğitim veren bir yetkili anlatmıştı. Erkek astronotların ilk yaptığı birbirlerine ailelerinin fotoğraflarını göstermek. Altı ay eğitim verdiği bir kadının ise çocukları varmış ama bunu bir kişi bile bilmiyormuş.
‘Eva bir Amazon kadını gibi’
Başrol için Eva Green’i seçme süreciniz nasıl oldu?
Eva’nın tuhaf bir havası var, bir sürü Tim Burton filminde yer alması boşuna değil, onun karakterlerini andırıyor. Aynı zamanda bir Amazon kadını gibi, çok güçlü. Bu dünyadan değil gibi de. Kendi de öyle söylüyor. Onu bir anne olarak görmenin de ilginç olacağını düşündüm. Anneler filmlerde hep benzer şekilde çiziliyor ama anneler çok farklı olabiliyor. Sarah gibi...
Filmin müziklerinde Ryuichi Sakamoto’nun imzası var. Projeye nasıl dahil oldu?
Filmin müzik ve ses tasarımını bulmak çok zamanımı aldı. Uzayla değil, Dünya’yla ilgili bir film olduğu için opera gibi yüksek bir müziğin uygun olmadığını düşündüm. Sakamoto’yla ilgili belgeseli izlemiştim. Ona senaryoyu gönderdim, çok sevdi. Ama hatırlarsanız o dönemde çok hastaydı. O yüzden sanırım filmdeki gibi dünyadan ayrılma fikriyle de meşguldü. Onun film müziğinde sevdiğim, kendisini işe adaması ve çoğu ustanın yapacağı gibi müziği yapıp kenara çekilmemesiydi. Müziğin su, rüzgar seslerini içermesi, Dünya’ya bağlı olmasından da çok hoşnutum.
‘Mustang’de de yeni bir dünya keşfettim’
“Mustang”in de ortak senaristlerindensiniz. Dönüp bakınca bu film hakkında ne söylemek istersiniz?
O da “Proxima” gibi farklı bir dünyayı keşfettiğim bir filmdi. Türkiye’ye hiç gelmedim. Ama bence film yapmak kendinizi başka bir dünyaya yansıtmak üzerine. Yeni dünyalar keşfetmeyi seviyorum ama o dünyayla özel bir bağ kurmam gerekiyor. “Mustang”de Deniz’le aramda bağ vardı çünkü ben de dört kuzenle büyüdüm. Onun için evi, hayatı ailemden aynı nesilden kadınlarla paylaşmanın ne demek olduğunu biliyordum.