10.06.2021 - 12:37 | Son Güncellenme:
Yeni kitabınız “Rüyaların Yazıldığı Yer” raflarda yerini aldı. Kitabınız ismiyle sanki başka bir evrenin kapılarını açıyor gibi. Rüyaların Yazıldığı Yer nasıl bir yer?
“Rüyaların Yazıldığı Yer” dışarıdan bir kulübe gibi görünen ama içinde binlerce yazıcının çalıştığı dev bir rüya fabrikası… Yaşayan bütün insanların rüyaları “Yazane” denen bu mekanda yazılıyor. Yazıcılar gündüzleri rüya yazmakla yükümlü oldukları insanların hayatlarını izliyor, geceleri onlara uygun rüyalar yazıyor. Ama insanları mutlu eden rüyalar yazmak yasak, bu yüzden “Rüyaların Yazıldığı Yer”de kurallara bağlı yazıcılarla korsan yazıcılar arasında bir mücadele başlıyor.
Peki bu rüyaları kim yazıyor? Biraz da rüya yazıcılarından bahsedelim.
Rüya yazıcılarının sıkıcı ve tekdüze bir hayatları var. Dünyadaki yaşantılarına dair hiçbir şey hatırlamıyorlar. Erkeklerin “unutma” kabiliyetleri daha fazla olduğu için bütün yazıcılar erkek, başka bir deyişle kadınlar daha zeki olduğu için bu işi yapmıyor.
Siz bir rüya yazıcısı olsaydınız, yazacağınız en ilginç rüya ne olurdu?
Yazacağım en ilginç rüya bu roman olurdu sanırım. Zaten romanın anlatıcısı olan kişi de rüyaların yazıldığı alemi rüyalarında görüyor. Bu rüyaları ona korsan yazıcılar yazıyor.
Bu fikir aklınıza nasıl geldi?
Fikir aklıma gördüğüm bir rüyayı kağıda geçirmeye çalışırken geldi. Film gibi bir rüyaydı, sanki birisi oturup yazmış gibi. Bu fikirden yola çıkarak önce bir kısa hikaye yazdım, sonra bir senaryo… En sonunda bir romana dönüştü. Yaklaşık on yıllık bir sürecin sonunda bu hali aldı.
Reel dünyaya dönersek biraz sizi tanıyalım. Hürer Ebeoğlu kimdir? Neler yapar?
Eşim ve dört ay önce doğan oğlum Atlas’la birlikte İstanbul’da yaşıyorum. Bütün zamanımı onlarla geçiriyorum, epey asosyalim, biraz sinefilim. Eskiden karamsar ve huzursuz bir insandım, yazmak bana iyi geldi, değiştirdi. Bir şeyi yazarken “basılacak mı” diye düşünmeden sadece kendim için yazıyorum, yani hem hobim hem işim bu…
Yazarlara hep sorulur: “Yazmaya nasıl başladınız?” ve genelde de “Kendimi bildim bileli yazıyorum,” yanıtı alınır. Bu belki de bir tür görev gibi yükleniliyor, çok uzun zamandır yazıyor olmak mı gerekir bir kitap yazmak için? Siz nasıl başladınız?
Bir kitap yazmak için çok uzun zamandır yazmak gerekmiyor ama kesinlikle insanın dolduğu bir nokta var. Yani okuyarak, bir şeyler izleyerek, hayat tecrübesi kazanarak bir eşiğe geliyorsunuz. O eşikten sonra daha rahat ve özgüvenli yazmaya başlıyorsunuz. Ben “kendimi bildim bileli yazıyorum” diyemem. Çocukken hayalim ressam olmaktı, resim bölümüne girmeyi beceremedim, sinema okuluna girdim. Okulun ilk yıllarında daha havalı olan yönetmenlikmiş gibi geliyordu. Sonra anladım ki iyi bir senaryo olmadan dünyanın en iyi yönetmeninin düğün fotoğrafçısından farkı yok. Yazmanın karizmasına kaptırdım kendimi, o yöne kanalize oldum. Elim de biraz yatkınmış demek ki…
Daha önceleri Free Tv’de, prime timeda izlenen dizilerin senaristliğini üstlenmişsiniz. Kitaptan aşina olduğumuz kadarıyla daha absürt mizaha yakın bir üslubunuz var, bu maalesef televizyonda rastlayamadığımız bir tür. İki uç arasında gidip gelmek nasıldı?
Televizyona senaryo yazmak hem çok eğlenceli hem de çok stresli bir iş… Karışanınız görüşeniniz çok ve birbirine benzer hikayeler etrafında dönmek zorundasınız hep. Dediğiniz gibi absürt mizaha televizyonda çok az rastlıyoruz. Aslında ben mizaha pek rastlayamıyorum artık. Değişik işlere hasretiz. Zaten bu çemberden dışarı çıkmak için roman yazmaya yeltendim ben. Senaryo yazarken elim kolum bağlıydı, o bağlardan tamamen kurtulsam, yapımcısız, sansürsüz, aklıma eseni yazsam nasıl olur dedim. Birkaç başarısız denemeden sonra ilk romanım “Kulağakaçan Böceği” yayımlandı. Senaryoyu da tamamen bırakmış değilim bu arada, Kültür Bakanlığı’ndan yazım desteği alan bir uzun metraj projem var. Günün birinde televizyona da istediğim tarzda bir iş yapmak istiyorum.
Kitabınız henüz çok yeni… Okurlarınıza neler söylemek istersiniz?
Kitabımın içinde bir bölüm var. “Nasıl oluyor” diye sormayı bırakın diyor anlatıcı… Ben de okuyucuya aynı şeyi söyleyeyim. Nasıl oluyor diye düşünmeyi bırakın, gerçek dünyayı unutun, kendinizi hikayeye teslim edin, rüya görüyormuş gibi…