28.11.2014 - 11:39 | Son Güncellenme:
Robert Neville, korkunç bir virüsün her yere yayılmasına engel olamamış bir bilim adamıdır. New York’ta hayatta kalabilenlerdendir. Daha doğrusu o, tüm üstün deneyim ve bilgilerine rağmen bu virüsün önünü kesememiş ve ancak kendi bedeni söz konusu virüse bağışıklık kazanmıştır. Bu noktada olan aslında tek kişidir. Üç yıl süre ile her türlü imkanını kullanarak kendisi gibi hayatta kalabilmiş başkaları varsa onlara ulaşmaya çalışır ve aslında yalnız değildir. Neville’in direnme gücünü sağlayan tek şey misyonunu yerine getirmek tutkusudur. Kendi kanını kullanarak virüsün etkilerini terse çevirmesi gerekmektedir. Zaman hızla tükenmektedir.
Tom Cruise'un iyi bir performans gösterdiği Azınlık Raporu, zeki senaryosunun temelini meşhur bilim kurgu öyküsünden alıyor. Efsanevi yazar Philip K. Dick’in bir kısa öyküsünden yönetmen Steven Spielberg tarafından sinemaya uyarlanan film, 2054’te Washington DC’de geçen, heyecanlı bir aksiyon filmi. Dedektif John Anderton, psişik güçlere sahip kahinler ve bazı teknolojik aygıtlar sayesinde cinayetleri daha işlenmeden önce farkedip suçluları yakalayan özel bir polis biriminin başındadır. Anderton’ın kusursuz işlediğine inandığı sistem, birdenbire tersine döner. Anderton’ın şefi olduğu birim, cinayet suçlamasıyla onun peşine düşer. Avcı artık av olmuştur... Şimdiye kadar kölesi olduğu sistem artık John'un başının belası haline gelmiştir.
Dünyada insanlığın yok olmasına yetecek derecede tehlikeli olan bir virüs yaklaşık beş milyar kişinin ölümüne yol açmıştır. Geriye kalan az sayıdaki insan yer altlarına kurdukları barınaklarda yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bu esnada virüsün yok olması için bir çözüm yolu bulan insanlar, zamanda geriye gidebilecekleri bir zaman makinesi yaparlar. İlk test sürüşü içinse eski bir mahkum olan James Cole gönüllü olur. James kendisini yedi yıl geride, bir akıl hastanesinde bulur. Akıl hastanesi gibi bir ortamda gelecekten geldiğini ve misyonunu anlattığında ise gerçek anlamda akıl hastası etiketi yemesine neden olur. 12 Maymun, zamanda yolculuk temalı filmlerin arasında en önemli olanlardan biri. Terry Gilliam imzalı filmin başrollerinde Bruce Willis ve Brad Pitt gibi ünlü isimler var.
Film, geçmiş, bugün ve gelecekten üç ayrı hikâye sunuyor izleyiciye. Her biri aşka dair sonsuzluğun peşinde olan erkekler hakkında. Mayalı bir kâşif, esir düşmüş kraliçesini kurtarmak için hayat ağacını aramaktadır. Türlü ağaçlar üzerine çalışan bir tıp araştırmacısı, ölmek üzere olan karısını kurtaracak bir ilaç aramaktadır. Bir uzay yolcusu ise hava kabarcığı içindeki kapsül halindeki yaşlı bir ağaç ile seyahat etmektedir. Nebula ile örtülü, ölmek üzere olan bir yıldıza doğru yol almaktadır. Aşkı ve ölümsüzlüğü arayan üç hikâye kesişir. Pi, Bir Rüya İçin Ağıt gibi filmlerin yönetmeni Daren Aronofsky’den yeni bir mücadele tutkusu.
Dünyanın en genç insanı on sekiz yaşındayken henüz ölmüştür ve insanlık, neslinin tükenme olasılığı ile karşı karşıyadır. 2027 yılı itibari ile hiçbir şekilde anlam verilemeyen olaylara sahne olmaktadır dünya. Artık üremek diye bir şey gerçekleşmemektedir. Bu durum siyasi açıdan da tüm dengeleri sarsarken bir grup insan, var oluşlarını akışa teslim etmiş, bir diğer grup ise olanları değiştirmenin başkaldırısında mücadeleye soyunmuşlardır. Bu süreçte Büyük Britanya, yönetim biçimi olarak kullandığı askeri emperyalist sisteminden ötürü kargaşaya engel olmayı başaran ve huzurunu koruyan ülke konumundadır. Yine de çok sayıda ülkeye girmek siteyen mülteciler söz konusudur. Onların da dramı yaşanmaktadır. Theo, bu olaylar içinde geride duran bir bürokrat konumundayken, bir gün kaçırılır. Sevgilisi Julian da işin içindedir ve mültecilerin haklarını kollayanlardandır. Theo’dan istediği bürokratik destekler söz konusudur. Bu desteği veren Theo ise, yolculuğa birlikte çıktığı Kee’nin varlığındaki ehemmiyetle yüz yüze gelecektir.
Dom Cobb (Leonardo DiCaprio) çok yetenekli bir hırsızdır. Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmaktır. Cobb’un bu ender mahareti, onu kurumsal casusluğun tehlikeli yeni dünyasında aranan bir oyuncu yapmıştır. Ancak, aynı zamanda bu durum onu uluslararası bir kaçak yapmış ve sevdiği herşeye malolmuştur. Cobb’a içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş; tabi eğer imkansız başlangıçı tamamlayabilirse... Mükemmel soygun yerine, Cobb ve takımındaki profesyoneller bu sefer tam tersini yapmak zorundadır; görevleri bir fikri çalmak değil onu yerleştirmektir. Eğer başarırlarsa, mükemmel suç bu olacaktır. Ama ne dikkatle yapılan planlamalar, ne de uzmanlıkları, onları, her hareketlerini önceden tahmin ettiği anlaşılan tehlikeli düşmanlarına karşı hazırlıklı kılabilir. Bu, gelişini sadece Cobb’un görebildiği bir düşmandır.
Bir hırsızlık olayında ağabeyi ölen yarı felçli Jake Sully, Pandora adındaki uzak bir gezegende misyonunun başına geçmeye karar verir. Bu yerde Na’vi adında giderek tükenmekte olan bir halk yaşamaktadır. Jake, kendilerine özgü bir lisanları, dünya görüşleri ve yaşam biçimleri olan halkın arasına karıştığında doğa ile de bütünleşir. Askeri bir şirket, söz konusu yeri ve oradaki kaynakları mercek altına almak üzere Avatar adında bir program meydana getirmiştir. Bu program insanları kısmen insan kısmen de Na’vi haline büründürerek misyon amaçlı Pandora’ya göndermektedir. Bu sisteme gönüllü dahil olan Botanist Dr Grace Augustine ve Jake Sully için başka bir yaşam var olacaktır. Sully, Pandora’ya geçtiği anda felçli bedeni değişime uğrayarak işlevsel hale gelmektedir. Bu sırada Na’vi halkından Prenses Neytiri ile karşı karşıya gelen Jake, ansızın bir farkındalık yaşar ve bir araştırma misyonu ile gönderildiği bu gezegeni, kendi dünyalısından korumaya karar verir. Üç boyutlu, son teknoloji ürünü ve ciddi anlamda yüksek bütçeli filmin yönetmeni James Cameron’e, Titanik, Yaratıklar ve Terminator filmlerinden hayranız.
Deli dolu bilimadamı Dr. Brown zamanda yolculuğu mümkün kılan bir araba geliştirir. Bu makineyi ilk kullanan genç Marty ufak bir zamanlama yanlışıyla gelecek yerine geçmişe gönderilir. Otuz yıl öncesine dönen Marty’nin burada yaptığı bir hamle, kendi kaderini ilginç bir noktaya sürükleyebilecek bir hataya sebebiyet verir. Artık Marty’nin yapması gereken tek şey kendi doğumunu bile engelleyecek bu hatayı bir şekilde düzeltmeye çalışmak olacaktır.Zamanda yolculuk temalı filmlerin atalarından olan ‘Geleceğe Dönüş’ hem yönetmeni Robert Zemeckis’in hem de dönem sinemasının şahlandığı anlardan biridir. Gösterime girdiği dönem insanlığını bir hayli heyecanlandıran ve kısa bir süre sonra kült mertebesine erişmiş, o güne kadar hep tv dizilerinde yer alan başrol oyuncusu Michael J. Fox'a da büyük ün getirmiştir.
Belirgin bir bilince sahip bir gezegendir Solaris. Oraya gelen dünya insanlarının zihinleri ile oynamak ise en büyük gücü ve yeteneğidir. İnsanların bilinçaltına süzülüp oraya müdahele ederek, hafızalarındaki şeyleri maddeleştirir. Burada olanları araştırmakla görevli olarak ilgili üsse gönderilen kişi de gezegenin gücünden payını alacaktır şüphesiz. Böylesi bir gizemle büyülenirken kendi geçmişi ile burun buruna gelecektir. Tarkovski’nin üzerinde çok durulan bu çalışması, bazı yerlerde Kubrick’in 2001’ine Rusya’nın verdiği yanıtı olarak değerlendirilmektedir. Ancak genel olarak bağımsız bir çalışmadır. Hatta bir roman uyarlaması olduğu halde özgünlüğünü koruduğu söylenebilir.
2001: Bir Uzay Destanı (İngilizce: 2001: A Space Odyssey), 1968 yılında Stanley Kubrick tarafından yönetilen bilimkurgu filmi. Senaryosu Kubrick ve ünlü bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke tarafından kaleme alınmıştır.Stanley Kubrick, Dr. Garipaşk filmini bitirmesinin üzerine bir bilimkurgu filmi çekmek ister; filme dönüştürülebilecek bir fikir geliştirmek üzere bilimadamı ve bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke'a danışır. Clarke da 'Sentinel' adlı kısa öyküsünü önerir. Bunun üzerine önemli bir ortaklık kurulur: Kubrick ve Clarke, eleştirmenler, sanatçılar ve izleyiciler tarafından sıklıkla en başarılı bilim-kurgu olarak anılan '2001: A Space Odyssey'i kurmaya başlarlar; Kubrick senaryoyu yazıp, geliştirirken, Clarke da aynı ismi taşıyan romanı yazar. Stanley Kubrick'in isteği üzerine, bu roman filmin gösterime girmesinden sonra yayınlanır.Film, alışılageldik anlatım yöntemlerinin dışına çıkması, zamanına göre son derece şaşırtıcı olan görsel efektleri, uzun süresi ve gösterime girdiğinden beri tartışılan sonu (Yıldız-çocuk sekansı) ile sinema tarihinde ün kazanmıştır.