30.06.2024 - 07:01 | Son Güncellenme:
Ümran Avcı - Diyarbakır doğumlu olan Eylem Ata, “Yanımda Kal” adlı kitabında okuru büyüdüğü topraklara götürüyor. İnsanların acılı hikâyelerine, yıkımlarına, yoksulluklarına perde aralayıp adaletsiz dünyanın ağır dertlerine ortak ediyor. Dokuz öyküden oluşan “Yanımda Kal” novella tadında, kolektif hafızayı dürten bir kitap. Yazar, okurunu “Ahiret Ana” öyküsü ile buyur ediyor içeriye… İlk yumruğu o zaman yiyorsunuz zaten. Mahallenin şifacısı Ahiret Ana’nın sırlarıyla başlayan sert bir selamlaşmanın ardından birbiriyle ilintili diğer öykülerin kapısı açılıyor. Anneden, anneanneden gelme sırlar bir bir dökülüyor sonra.
İkinci öyküde yoksulluk yüzünden ailesinin vazgeçtiği Ruhiye’nin derdiyle hemhâl oluyoruz. Lise çağında olup da hâlâ parmağını emen ‘bir tuhaf kız’ Ruhiye. “Babara”da, sıra dışı bir müteahhitle karşılaştırıyor okuru Ata. Gazap Bey, yaptığı apartmandaki daireleri birbirleriyle uyumlu olabilecek ailelere satıyor. Bahçesinde tulumba olan bir eve verilen kız kardeşini yeniden bulabilmek için tüm bahçeli evleri dönüştürüyor.
Ata’nın oto-sosyo biyografik öykülerinde sadece duygu değil okura işleyen. “Ağzında gümüş kaşıkla doğmamışların” sesleri, ürkek bakışları, hoyratlığın bedende oluşturduğu izler canlanıyor okurun hafızasında. “Yanık Ekmek Ucu” öyküsünde olduğu gibi hikâyenin kokusu sızıyor satır aralarından. “Üşümek” kitapta insanın içine işleyen bir metafor olarak beliriyor. “Annesi ölmüş çocuklar çok üşür” diye anlatılıyor. Sonraki öykülerde çekilmez bir yabancılığa düşenlerin, kendini bir yere konumlandırmaya çalışanların sırtında beliren soğuğa tutulma hâline tanıklık ediyoruz. Bir yetişkinin oyuncaklarda teselli bulması başlı başına bir donma etkisi zaten.
Dansçılara tehdit mesajı
“Yanımda Kal”daki kadın karakterlere ayrı bir parantez açmak lazım. Kendisinin ve sınırlarının farkına varan kadınların direngen tavrına tav oluyoruz. Bir oje ile hayata kafa tutan Ruhiye’nin direnci karşısında yenik bir gülümse katıyoruz ifademize. Öykülerdeki kadınlar kendilerince hayatla baş etme yöntemlerini geliştiriyor. “Ayakkabılarındaki taşa rağmen” yürümeyi sürdürüyorlar. Safra öyküsünde, “Annem hayatta. Yaşlanmaya devam ediyor. Kendi bacağını ısırarak. Anneannem küçük çakıl taşları yerdi” sözleriyle vücut buluyor. “Aynalı Dolap”ta dolaba kapanan Seyran’ın yerinin darlığı ile nefessiz kalıyoruz. Eylem Ata’nın yarattığı kadınların hikâyeleri çok içimizden. “Annem aldığı askılı bluzları babama göstermezdi. Dolabın üst rafında saklardı. (…) Babamın kuralları benim için de geçerli hâle geldi” cümlesi birçok evde yaşananların özeti niteliğinde.
‘Yazarların kehanetleri’ diye bir çalışma yapılacak olsa Ata’nın “Yontu” öyküsünü de dahil etmek gerekir. Adı geçen hikâyede dansçı gruba tehdit mesajları geliyor. Yazarın kurmacadaki öngörüsü geçtiğimiz haftalarda tatsız bir şekilde gerçek oldu. Diyarbakır’da Swingamed dans grubuna saldırı yapıldığı haberleri duyuldu.
Kitap bittiğinde bir kez daha anlıyorsunuz hayat böyledir ve herkes kendi hikâyesini kurar. Yaşam sürerken insanlar kırılır, incinir. Yaşananlar ve yaşatılanlar kimi zaman ‘üşütür’, kimi zaman kendini erimiş hissettirir insana. Ama “Aynalı Dolap” öyküsünde dendiği gibi dayanışmanın bin türlü yolu var. Belki de bunun en özel hâli birilerinin yanında olabilmek. Güvendiklerine “Yanımda Kal” diyebilmek.