Kültür SanatDuyarsızlaşmanın siyah beyaz olmayan fotoğrafı

Duyarsızlaşmanın siyah beyaz olmayan fotoğrafı

22.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Eytan İpeker, Holokost’tan kurtulanların yer aldığı ve Hayfa’da düzenlenen bir yarışma hakkındaki belgeseli “Miss Holokost Survivor” için “Yarışmacılara tepeden bakmadan yarışmaya dair eleştirel bir söylem üretmek mümkün müydü? Sonunda bu konu üzerine düşünmenin bir biçimi olarak bu filmi yapmaya karar verdim” diyor.

Duyarsızlaşmanın siyah beyaz olmayan fotoğrafı

 

NİL KURAL - Eytan İpeker’in yönettiği ve dijital platform MUBI üzerinden izleyiciyle buluşan “Miss Holokost Survivor”, 2011 yılından beri Hayfa’da düzenen ve Holokost’tan kurtulan kadınların yarıştığı yarışmayı merkeze alan bir belgesel. İsviçre’de düzenlenen prestijli Visions du Réel Film Festivali’nde geçen yıl gösterilen ve İstanbul Film Festivali’nde de ulusal belgesel yarışmasında yer alan film, toplumsal bir travmanın, gösteri kültürünün bir parçasına dönüşmesi hakkında etkileyici bir yapım.

Haberin Devamı

Film hakkında konuştuğumuz İpeker, filminin çıkış noktasının bir gazete haberi olduğunu söylüyor: “Bundan yaklaşık 5-6 sene önce Haaretz gazetesinin internet sitesinde gezinirken Nazi soykırımından kurtulan kadınlar arasında güzellik yarışması yapıldığı haberine denk geldim. Haberin ilişiğindeki fotoğraflarda, şatafat ve travmanın garip çelişkisi kendini hemen belli ediyordu. Güzellik yarışmalarının içerdiği cinsiyetçilik ve soykırımın anısını tüketilebilir bir eğlence şeklinde sunulması beni oldukça rahatsız etti.” İpeker kendisine “Fotoğraflarda soykırım kurtulanlarının kimisinin yüzü gülüyordu. Acaba orada olmak onlar için nasıl bir histi?” diye sorduğunu anlatıyor: “Yarışmacılara tepeden bakmadan yarışmaya dair eleştirel bir söylem üretmek mümkün müydü? Sonunda bu konu üzerine düşünmenin bir biçimi olarak bu filmi yapmaya karar verdim. Ardından yapımcım Yoel Meranda’yla beraber kısa bir keşif gezisi yaptık. Yarışmanın daha ne kadar devam edeceğini bilmediğimiz için finansman süreci tamamlanmadan çekime girmeye karar verdik. Kurgu süreci ve ek çekimlerle birlikte film yaklaşık dört yılda tamamlandı diyebilirim. Hassas konulara el attığımız için finanse etmesi oldukça zor bir proje oldu.”

Haberin Devamı

15 dakika için ünlü olmak

İpeker yarışmanın düzenlendiği huzurevine ilk geldiğindeki izlenimlerini aktarıyor: “Araştırma gezisi için oraya ilk vardığımızda hava kararmıştı ve adresi ararken birden sokaktaki duvarda neon ışıklarla aydınlatılmış soykırım fotoğraflarını gördüğümüzü hatırlıyorum. Aslında kaldırımda arabaların park ettiği sıradan bir sokaktı. Huzurevindeki insanların bir çeşit soykırım müzesinin içinde, adeta müze objesi gibi yaşıyor olması bana çok çarpıcı geldi. Tabii aynı zamanda bizim toplum olarak onları nasıl bir kutuya koyduğumuzu da düşündürdü. Biraz da bu nedenle filmi yaparken onlara ‘Hadi bana hikâyeni anlat’ demekten imtina ettim. Onları günlük rutinleri içinde gözlemlemek bana çok daha ilginç geldi. Huzurevinin sessiz atmosferi yarışmayla ilgili bildiğim her şeyle tezat içindeydi. Bunu deneyimlemek yarışmanın onlara neden çekici gelebileceğini anlamama yardımcı oldu: Yarışma, hayatlarının sonuna gelmiş kadınlara (Andy Warhol’un ünlü sözündeki gibi) ‘15 dakika için’ ünlü olmayı, vadediyordu.”

Haberin Devamı

Evanjelikler sponsor

İpeker bu hassas konuyu belgeseli için mercek altına aldığında siyah beyaz bir yerden bakmamaya imtina ettiğini ifade ediyor: “Mesela filmin ana karakteri olan Sophie, hem yarışmanın şatafatından hoşlanmadığını söylüyor hem de adaylık röportajına en güzel takılarını takıp geliyor. Yapım sürecinde soykırımdan kurtuların bile kendi aralarında ‘Sen hiç toplama kampında kalmadın’ diye birbirlerinin travmalarını küçümseyebildiklerini duyduğumda şoke olmuştum. Bunun içinde olduğumuz toplumun bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Yaşanan acıları, bu gibi şeyler üzerinden kolayca ölçüp tartabileceğimizi varsayıyoruz. Filmi yapmaya koyulduğum dönemde soykırımın politize edilmesinin sorunlu olduğunu düşünüyordum. Ama sanırım esas mesele nasıl ve hangi amaçla politize edildiği. Yarışma ‘soykırımdan dirilişe’ şeklinde özetlenebilecek İsrail’in ana akım milliyetçi söylemini tekrar üretiyor. Kudüs’ün başkent olarak kabul görmesini hedefleyen Evanjelik’lerin yarışmaya sponsor olması şaşırtıcı değil. Yarışmayı düzenleyenlerin birebir kötü niyetle hareket etmekten ziyade içinde bulundukları toplumun duyarsızlaştırıcı ideolojisi içinden hareket ettiklerini düşünüyorum.”

Haberin Devamı

Gaz odasını çağrıştırıyor

Yarışmaya oldukça mesafeli duran ve izleyiciye alan açan bir yapı hakkında ise İpeker, “İzleyicinin aktif olarak filmi izlerken gördüklerini sorgulamasını ve filmle bir çeşit iç bir diyalog halinde olmasını istedim. Kurguyu da ‘kim kazanacak’ meselesine odaklanmadan, daha soyut bir mantıkla yaptım. Bunun durduğu yerde yarışmanın tavrını karşısına alan politik bir duruş olduğunu düşünüyorum” diyor ve ekliyor: “Tabii ki kameranın durduğu yer de çok önemli. Örneğin organizatörler huzurevindeki kadınlara soykırım temalı pop şarkıları söyletirken, kamera ‘90’larındaki bir soykırım kurtulanının o anki kaybolmuşuğuna odaklanıyor. Sahne ışıklarının hipnotize edici yapaylığı da filmde oldukça vurgulanan bir imge. İsrail’li görüntü yönetmenim ışıkların etrafında dolaşan toz bulutunun kendisine gaz odalarını çağrıştırdığını söylemişti. Film bu tarz çağrışımlara açık ve bir yerden sonra izleyicisini kendi düşünceleriyle baş başa bırakıyor.”