25.04.2025 - 07:01 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - 1965-1966 yılları arasında Endonez- ya’da ordu, komünistlere karşı katliama girişmiş, bazı kaynaklara göre 500 bin, bazı kaynaklara göre bir milyon insanı öldürmüştü. Bu kitlesel katliam yıllar sonra Danimarkalı sinemacı Joshua Oppenheimer’ın, Oscar adayı iki belgeseline (“The Act of Killing” (2012) ve “The Look of Silence” (2014)) konu oldu ve hayli ses getirdi. Bu iki etkileyici belgeselden uzunca bir aradan sonra Oppenheimer, kurmaca bir yapımla karşımıza geliyor. Ama bu sadece ‘kurmaca’ deyip geçilebilecek bir film değil. Çünkü kıyamet sonrası, distopik bir hikâyeyi müzikalle harmanlıyor.
Dünyanın petrol yangınları yüzünden harabeye döndüğü bir gelecekte, isimleri olmayan zengin bir aile ve çalışanları eski bir tuz madeninde izole bir hayat yaşıyor. Sanat koleksiyonu ve konfor alanı içinde ‘parlak gelecek’ hayalindeki ailenin sığınağına giren bir yabancı, tüm dengeleri alt üst ediyor. Baba karakteri, dünyanın yok olmasında payı olan bir petrol tüccarı. Kimsenin okumayacağı otobiyografisini oğluna yazdırarak vicdanını temizlemeye çalışıyor. Filmdeki kadın karakterler daha da ilginç. Anne, onun en yakın arkadaşı ve dışarıdan gelen yabancının ortak noktası, üçünün de ailelerini geride bırakmış olmaları. Üçünün geçmişleriyle mücadelesi farklı olsa da bu ağır yükü taşımakta zorlanıyorlar. Baba başta olmak üzere sığınaktaki diğer erkekler ise sadece hayatta kalmaya odaklanmış. Yabancının sığınağa gelişi, evin tek çocuğunu etkiliyor önce, sonra da diğer kadınları. Ama filmin bağlandığı noktada iki buçuk saatlik isyanın neticesi ikna edici olmuyor.
“Son”, biçimsel açıdan çok etkileyici bir yapım. Özellikle müzikal sevenler için. Sığınakta yapay bir dünyada yaşayan bireylerin insani duygularını şarkılarla ifade etmesi, riskli ama çarpıcı bir tercih olmuş. Tüm şarkıların sözlerini Oppenheimer yazmış ve tarz olarak Hollywood’un klasik dönemindeki müzikalleri örnek almış. Müzikal sahneler, geçmiş ve geleceği hem birleştirmek hem de ayrıştırmakta çok başarılı.
Tilda Swinton ve Michael Shannon (“Take Shelter”dan sonra yeniden sığınağa giriyor) her zamanki gibi ağırlıklarını hissettiriyorlar. Oğul rolündeki George MacKay onların gölgesinde kalmıyor. Yardımcı kadro da hayli başarılı.
Onlar Türkiye'nin en çok bilinen isimleri. Şimdi ışıl ışıl yaşayan ünlülerin hayat yolculukları hep böyle başlamadı. Kimi kaset satarken söylediği şarkılarla keşfedildi, kimi inşaatlarda çalıştı. İşte ünlülerin ilk işleri...