Kulis - AYÇA ATİKOĞLU
      Bu ülke öyle arada bir insanı çileden çıkaran cinsinden değil. Kendinizi ruhsal / düşünsel korumaya almazsanız, dünyanın birkaç milyon yıl içinde yok olacağını, falan düşünmezseniz her an kahrolabilir, hatta mahvolabilirsiniz. Yoksa örneğin Sydney Olimpiyatları’nın açılış törenini izlerken göz yaşları değil öfke krizinde boğulabilir insan, neler yapılabildiğini görüp neler yaptığımıza bakıp. Avustralya, yıllarca aşağıladığı Aborijinlerin hakkını ve yerini teslim etmek, özür dilemek için bu fırsatı kaçırmamış. Meraklıları ve “Bir Çift Yüreköi okuyanlar için çok tanıdık, bildik, sevgili varlıklar Aborijinler. Dünyayı süpermarketle karıştırmayan, kendisi kalan ve doğa ile maksimum uyum içinde yaşayan bu yerlilerin bakış açıları, ritüelleri olimpiyatlar vesilesiyle tüm dünyaya ulaştırıldı.
      Avustralya bu açılışta salt yerlilerine değil, kıtada birlikte yaşadıkları, Avrupalılara, Asyalılara ve Afrikalılara da her birinin özgün rengi ve müziğiyle yer vermiş. Göz yaşartıcı olan da bu idi zaten. Tüm bunlar ve bunların üzerinde gökyüzüne
yükselen, birlik beraberlik şarkısı söyleyen küçük beyaz kız...
     Â
Renksizleştik      Avustralya renkliliğiyle övünürken Türkiye,
son 50 yılını renkliliklerden (Ermeni, Rum, Beyaz Rus, İtalyan vd.) arınmakla geçirdi ve sonunda Anadolu Anadolulara kaldı. Ama yöneticilerimiz Anadolularında başkaldıranları yok etmeye kararlılar. Çünkü “suçluları" cezalandırmayıp yok etmeye yöneliyorlar F Tipi uygulaması ile.
      Feminist yazar Kate Millett uzun yıllar kapatılma ve işkence üzerine çalıştı. Bu çalışmalarını ülkemizde de yayımlanan “Zulüm Politikaları" adlı kitapta topladı. Hücre tipi cezaevleri ABD’de de yaygın bir uygulama. Pazartesi Dergisi bu yüzden kendisinden bir yazı rica etmiş. İşte Kate Millett’in kaleminden Hücre Tipi Cezaevi:
     Â
İnsan bedeni kutsal      Hapis en insancıl ve iyi niyetli koşullar altında bile bir çeşit işkencedir. Tutuklanma ve hapsedilme, binaları ve tel örgüleri, kilitleri ve alarmları, telsizleri ve sınır denetimleri, panzerleri ve yol kesmeleriyle
devlet gücü karşısında tek başına kalmış olan yurttaş üzerinde en şiddetli baskıyı yaratır. Tutuklu kimse kendisini esir alanların insafına kalmış, kafesteki bir hayvan gibi bağımlılığa mahkum edilmiştir.
      Ancak, bedeni tutsak edilen, fiziksel özgürlüğü ve hareket olanakları kısıtlanan, hürriyeti elinden alınan bir kimse, İnsan Hakları Bildirgesi’nin tüm devletlerce tanınmış olmasından ve anayasalarda yer almasından dolayıdır ki, devletin sorumluluğu altındadır. Tutsağın ruh ve beden sağlığından sorumlu olan devlettir, yani insan bedeni kutsaldır, bütünlüğüne saygılı olmak gerekir. Tutuklu bir kimseye zarar verilemez. Bu nedenle “artık devletin cezaevlerindeki mutlak denetimi yüzünden her zaman ihtimal dahilinde olan" işkence, lanetlenmesi gereken bir şeydir. Hücre cezasının her türü, Naziler’in zulüm yöntemleri, Sovyet Gulagları ve en son Amerikan “teknolojisiönden yararlanılarak uygulanan psikolojik işkence ile... (...)
Gazeteci gazeteciye hayran olursa...
      Basın mensupları haber yapmayı bırakıp yoruma ve öykü anlatmaya yöneldiklerinden beri daha bir ilgi çekmeye, ötesi konu ve haber öznesi olmaya başladılar. Gazetecilerle mankenler kadar söyleşi yapılır oldu. Bu gazeteciler için iyi mi oluyor kötü mü bilemiyorum. Son çözümde herkes Çetin Altan olmadığı için ortaya bir düşünür figürü çıkmıyor (gazeteci düşünür olmakla değil, haber yapmakla yükümlü ama haber de yapmadığı için biraz acayip bir konum oluyor).
      Yani kimse onun gibi, oluşumundan bu yana insanlığın çok az ciddi buluşu olduğunun farkında değil. Bu yüzden herkes kendisini pek ciddiye alıyor (ama trend “ciddiye almazmış"ı oynamak olduğu için rahat takılınıyor).
     Â
Kitleselleşmek      Şimdi burada meselem basının bu dekadans döneminde kitle kuyrukçuluğu yapma yolunda kitlelerden hiç farkı kalmayan bir aşamaya gelmesi. “Sosyal devlet" kavramını duymamış “güzel" ana haber bülteni spikerleri, düşünen, kültürlü bir kadın görmemiş “güzel" gazeteci kızlarımız serpilip duruyorlar. Yani fazlasıyla kitleyle bütünleşme halindeyiz. Tabii söz konusu kitle olunca, Türklerin eğitim düzeyi de ilkokul 3 olduğuna göre düşünen insanlara şaşılıp kalınmaya başlandı. Bir hafta içinde Gülay Göktürk’e bu kadar çok şaşılmasına şaşırdım da ondan yazıyorum bunları.
     Â
Hayranlık hali      Gülay Göktürk, güzel bir kadının karşısına “vat is diz" tipli bir öğretmen gibi çıkmak istemeyen, kültürlü olmak kadar güzel olmayı da önemseyen, düşünen ve düşündüklerini ifade eden bir gazeteci.
      Benim de, benim neslimden onbinlerce insanın da, bir önceki neslinde hep okuyan, düşünen, tartışan, kozmos meselelerine kafa yoran arkadaşlarımız oldu. Yani düşünen bir kadın görünce şaşıp kalma durumunu anlayamıyorum. Okurların şaşırdığını da sanmıyorum. Epeydir Türk halkının hayran kaldığı bir basın kahramanı da duymadım. Şaşıp kalanlar gazeteciler. Öyle şaşıp kalıyorlar işte.