18.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Nil Kural - Fransız basınından bir haber başlığı: “Kadınlar nerede? Cannes için tanıdık bir soru.” Her yıl yarışmasında çok sağlam kariyerleri olan erkek yönetmenleri tercih eden, ancak benzer kariyerdeki kadın sinemacılara çok az alan açan Cannes, bu yıl da farklı değildi. Yarışmada dört kadın sinemacı olmasındaki hazin tablo, yan bölümlerde daha iyi olsa da Cannes’ın erkekler kulübü imajını değiştirecek gibi değil. Ancak, sayıların azlığının ilginin azlığıyla bir ilgisi yok. Kadın sinemacılar bu yıl da bölümlerinin en dikkat çeken filmlerinden bazılarına imza attılar.
Fransız sinemasının özgün isimlerinden Mia Hansen-Love’ın ana yarışmada yer alan filmi “Bergman Island”, yarışmaya sakinlik, olgunluk ve zarafet getirdi. Sinemacı bir çiftin Ingmar Bergman’ın adası Faro’ya bir sanatçı rezidansına gitmesi üzerinden Hansen-Love, aslında kadın yaratıcı ile erkek arasındaki farkı da merkeze alıyordu. Erkek yaratıcı dâhi mitinin en önemli isimlerinden Bergman üzerinden erkek yaratıcılara açılan alandaki cinsiyetçiliğe de değiniyordu.
Akran şiddeti
Festivalin resmi bölümlerinden Belirli Bir Bakış’ın adından en çok söz ettiren filmlerinden ikisi de kadın sinemacıların imzasını taşıyordu. Laura Wandel’in yönettiği “Un Monde”, okula yeni başlayan bir kız çocuğu üzerinden akran şiddeti ve etkilerini, kamerasını çocuk oyuncusunun yüzünden bir saniye ayırmadığı soluk soluğa takip edilen bir sinema diliyle anlatıyordu. “Un Monde”un dünyanın herhangi bir yerinde okula gitmiş birini etkilememe ihtimali düşük. Bölümdeki Rus yapımı “Unclenching the Fists” ise yönetmeni Kira Kovalenko’nun ülkesinde kadın olma hissini izleyicisine geçirdiği bir dram. O his filmin adında gizli: Kadınları sık boğaz eden eller.
Festivalde Yönetmenlerin 15 Günü’nde Joanna Hogg’un beğenilen filmine çektiği devam filmi “The Souvenir Part II” genç ve kırılgan bir kadının yönetmenliğe başlamasını konu alıyordu ve Hansen-Love gibi kadın yaratıcı olmak üzerine konuşan bir filmdi. Aynı bölümde “Selfish Giant”ın yönetmeni Clio Barnard’ın etkileyici aşk öyküsü “Ali & Ava”, festivalin izleyicisini içten gülümseten nadir filmlerindendi. Film, evliliği dağılan Ali ve kendisinden yaşça büyük Ava’nın yalnızlıklarını yenmesi hakkındaydı. Barnard, İngiltere’de hem etnik köken hem kadın erkek ilişkisi klişelerine karşı duran bu çiftin gülümseten hikâyesiyle Yönetmenlerin 15 Günü’nde dikkat çekti. Aynı bölümdeki diğer bir film olan “Medusa”, feminist bir manifesto niteliğindeydi ve izleyicisini kadın hareketini coşkuyla alkışlamaya teşvik etti. Brezilyalı yönetmen Anita Rocha da Silveira, filminde Hıristiyan bir gruba mensup ve geceleri onlara benzemeyen kadınları döven bir kadın çetesinin, değişimini ve isyan çığlığının gerekliliğini gösteriyor.
Festivalin olay filmi: “Titane”
Her yıl Cannes’da diğer bütün filmleri gölgede bırakan ve konuşmaların odağında yer alan bir film çıkar: Bu yıl, yarışmadaki dört kadın yönetmenden birinin Julia Ducournau’nun imzasını taşıyan “Titane” bu yerin sahibi. Çılgın, kurallara uymayan, sansasyonel bir film olarak parlayan “Titane”, kadın bedeni üzerindeki baskıya gerilim ile korku karışımı bir yerden bakıyordu.