15.05.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ayşe Özdemir - ‘Çocuklar seyirciyi ağlatmak için kullanılırdı’
Sinema yazarı ve eğitmeni Barış Saydam sorularımızı yanıtladı:
Sayın Barış Saydam iz bırakan çocuk oyuncular sizce kimler?
Türkiye’de özellikle de Yeşilçam döneminde Ayşecik rollerindeki Zeynep Değirmencioğlu, Yumurcak rollerindeki İlker İnanoğlu, Ömercik rollerindeki Ömer Dönmez, Afacan rollerindeki Menderes Utku, Sezercik rollerindeki Sezer İnanoğlu öne çıkan çocuk oyunculardır. Hollywood’da ise Shirley Temple, Judy Garland, Natalie Wood, Mickey Rooney, Jane Withers, George McFarland, Jackie Coogan,
Dorothy DeBorba, Peggy Ann Garner ve Hayley Mills’i sayabiliriz. 1930’lar, 1940’lar, 1950’ler boyunca bu oyuncular da Türkiye’deki Yeşilçam filmlerinde örneklerini gördüğümüz benzer rolleri Hollywood’da canlandırmıştır.
Yetenekli bulduğunuz çocuk oyunculara ve bu konuda unutulmaz filmlere örnekler verir misiniz?
Türkiye’de çocuk filmlerinin önünü açan en önemli filmler Zeynep Değirmencioğlu’nun başrolünde yer aldığı Ayşecik filmleridir. Bu anlamda 1960’ta Memduh Ün’ün yönetmenliğinde çevrilen Ayşecik filmi önemli bir mihenk taşıdır. Bu filmin gişesinden sonra Ayşecik filmleri bir furyaya dönüşür. Benzeri çocuk filmlerinin yaygınlaşmasına da ortam hazırlar. Amerika’da ise Shirley Temple’in başrolde oynadığı The Little Colonel (1935), Poor Little Rich Girl (1936) ve The Little Princess (1939); Judy Garland’ın oynadığı The Wizard of Oz (1939) ve Babes on Broadway (1941) çocuk kahramanların merkezinde yer aldığı önemli filmler arasında sayılabilir.
Çocuk yıldızlar yetişkin olduklarında genellikle oyunculuğa devam etmiyor. Bunun nedenleri neler?
Yeşilçam ve Hollywood da klasik anlatı sinemasının ön planda olduğu sektörler. Klasik anlatı sineması derinleşen karakterlerden ziyade, oyuncuların fiziksel özelliklerine göre gelişen tipleri kullanan bir anlatıma sahip. Bu yüzden de sıklıkla oyuncular fiziksel özelliklerine göre belirli tiplerle eşleştirilmiştir. Çocuk oyuncular da yetişkin olmaya başladıkça kendi tiplemelerinin dışına çıkarlar ve seyircinin ezberlediği kalıpların dışına çıktıkları için seyirciyle iletişim kurma biçimleri de değişikliğe uğrar. Bunun yanı sıra çoğu fiziksel özellikleri nedeniyle başrollerde yer aldıkları ve oyunculuğa yönelik eğitimleri olmadığı için de tiplemelerin dışına çıktıklarında güçlü oyunculuklar sergileyemezler.
Oyunculuk doğuştan gelen bir yetenek mi?
Oyunculuk doğuştan gelen bir yetenek de olabilir, eğitimle öğrenilebilen bir beceri de olabilir. İki yönde de güçlü örnekler var. Ancak çoğu zaman çocukların olduğu anlatılarda çocukların fiziksel özelliklerinin seyircinin duygusal tepkiler vermesi için kullanıldığını görürüz. Çocuklar çoğu zaman seyircinin ağlaması ve ağlayacağı durumlar yaratılması için kullanılır. Bu yüzden de bu tür anlatılarda, yönetmenin elindeki tipi (ya da oyuncunun yüzünü diyelim) nasıl kullanacağı ön plana çıkar.
Şimdi eskisi gibi yıldızlaşan çocuk oyuncular göremiyoruz. Toplum da globalleşmeyle çocukluk çağını geride mi bıraktı?
Bunu globalleşmeden ziyade sinema anlatısındaki değişimle bağlantılandırmak daha doğru olabilir. Klasik sinema (Amerika’da 1930’lar ve 1940’lar, Yeşilçam’da 1960’lar ve 1970’lerin ilk dönemi) tipler üstüne inşa edilen ve özdeşleşmeyle seyircinin duygularını harekete geçirmeye çalışan bir anlatı geliştirir. 1960’larda Avrupa ve Amerika’da başlayan modern sinema ise karakterleri, çatışma unsurlarını ve seyircinin özne konumuna yükseleceği bir anlatı oluşturur. Bu yüzden de klasik anlatılarda iş yapan formüller, fiziksel özellikleriyle seyirciye ulaşan oyunculuklar 1960’larda değişikliğe uğrar. Bu değişiklikle birlikte çocuk oyunculara olan ihtiyaç da yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar.
‘Halk beni kendi kızı gibi seviyordu’
Bir dönemin ünlü çocuk yıldızı Parla Şenol şunları anlattı:
“1961’de 4.5 yaşımdayken katıldığım yarışmada birinci seçildim ve ilk iki filmimi Erler Film ile çevirdim. Toplam 40 filmde oynadım, bunların 25 kadarı çocukkendi. Halkın ilgisi tüm oyunculara tahminlerin çok ötesindeydi. Beni de kızları gibi severlerdi. Eve günde 15 - 20 hayran mektubu gelirdi. Eskiden seyircinin bu denli büyük ilgi göstermesi “nedret kanunu”yla ilgili. Yani bizler nadir bulunan kişilerdik. 60 yıl önce halkın tercihi çok kısıtlı olduğu için tüm nüfus aynı oyuncuları izliyordu, o oyuncuların başarılıları yıldız oluyordu. Şimdi değişik mecralarda pek çok oyuncu izleniyor. Kısa süreli yıldız olmak artık çok kolay ancak kalıcı bir yıldız olmak çok zor.”
Sinemaya 1984’te 6 yaşındayken “İmparator” filmiyle başlayan Mine Çayıroğlu, çocuk oyuncu olarak Çalıkuşu, Kırık Hayatlar, Amansız Yol, Acımak, Ponente Feneri ve Adile Teyze filmlerinde rol aldı. Yeteneğin doğuştan geldiğini ve kamera karşısında çocukken de çok rahat olduğunu belirten Çayıroğlu, “Çocuk yıldızların ekran ışığı, yetenekleri ve enerjileri yüksekti. Ayrıca o dönem daha çok çocuk dünyasını aktaran, samimi ve duygusal senaryolar yazılıyordu” dedi.