03.01.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
2016’da Milliyet gazetesinde çıkan “Kültür Çökerten Edward Bernays” başlıklı yazımın Türkiye’de birçok mecrada referans gösterilmesine ve hatta izinsiz kopyalanmasına bile çok memnun olduğumu itiraf etmeliyim çünkü son yüzyılın birikmiş sorunlarını anlayabilmek için önce hastalığı teşhis edebilmemiz önemli ve Bernays bu hastalığın başlangıcı (milliyet.com.tr’de uzun ismim Emir Gamsızoğlu ve Bernays yazıp aranarak okunabilir.). Toplumsal meseleleri felsefi bir bakış açısıyla ve toplumun kendisiyle paylaşmanın, akademinin steril ortamından çok daha gerçekçi olduğunu düşündüğümden bir süredir yazılarıma devam ediyorum.
2020’yi salgın sebebiyle kötülemeden önce, durumun iyi taraflarının sorgulanması geleceğimiz için çok önemli. Bu dönemde bulunmaz bir fırsat sunulmuş durumda hepimize. Bu fırsatı kaçırmayıp hayatı sorgulamak önemli çünkü bu fırsat kaçırmayı göze aldığımız son tren olabilir! İnsanlığın gözlerine, tüketim toplumu denilen, aptallaştırılmış (Bernays koyunlaştırılmış diyor) insan sürüleri oluşturmayı amaçlayan şirketlerin yarattığı bir arzu perdesi örüldü son yüzyılda, yani insani duyularımızdan biri köreltilmiş durumda. Bu durumda körler gibi yaşamak durumundayız, yani diğer duyularımıza güvenerek. Duyma duyusu nispeten en soyut duyudur, his gibidir. Öte yandan sesler, his dünyamızın somutlaşmış halidir, çünkü frekans fiziksel maddeyle alakalıdır. Günümüz tüketim endüstrisi ise his dünyamızı köreltecek görsel bir göz boyama yardımıyla ihtiyaçlarımızın yerine arzuyu koyuyor. Zaten Bernays de isim babası olduğu “Halkla İlişkiler” danışmanlarına bu tür bir yanıltmayı öneriyor.
20’nci yüzyılın en iyi piyanistlerinden Sviatoslav Richter’in hayatı hakkındaki “Enigma” isimli belgeselde yapımcı Bruno Monsaingeon, son döneminde karanlık bir sahnede, sadece notasını görecek kadar küçük bir ışıkla çalan piyaniste bu seçiminin sebebini sorup, dinleyicinin görmek istediğini hatırlatır. Richter “Neyi?” diye sorunca, Monsaingeon “Sizi” diye cevap verir. Richter de ona “Niye?” diye sorar ve işte bu soru, ne tesadüftür ki felsefenin de en çok kullandığı sorulardan biridir. Birbirinden abartılı görüntüler, tuşlar üzerinde uçuşan eller, mini etekler, yüksek topuklar, hayatında yumruklaşmamış virtüöz “delikanlıların” “Buraların ağası benim” edasıyla çektirdiği fotoğraflar, yarışmalar ve ödüllerin, müziğin kendisiyle ne kadar alakası olduğunu sorgulamak için de harika bir soru “niye” sorusu. Bu salgın döneminde durup kendimi dinlediğimde ve Richter’in sorularını sorduğumda, sosyal medyada bir tane daha “tuşşlarrda uçuşşan parmaklarrr” görmek istemediğimi fark ettim. Çünkü bu videolar dinleme yeteneğimi öldürüyor. Bu sorulara ben kendi alanım müzikte cevaplar buldum ama herkes dinlemenin hayatımızdaki gerçek ihtiyaçlarımızı hatırlamamıza nasıl yardım edebileceğini ve kendi alanında dinleme yeteneğine kasteden göz boyamaları, kendini sorgulayarak tespit edebilir.
Beethoven’ın 250’nci yılını kutlarken, bu büyük dâhinin sağır olduğunu unutmayalım. Onun hayatı, ihtiyaç ve arzunun en dengeli kullanımının öğretisidir. Arzu hissine, insanlığa Beethoven gibi ölümsüz eserler bırakmak için ihtiyacımız var, alışveriş için değil. Belki de 2020 salgını, birbirimizi dinlemenin önemini hatırlamamız için, sağır kulaklarıyla hiçbir ses duymadan 9’uncu senfonisini yazabilmiş dâhi Beethoven’dan bir hediyedir.
Dünyaca ihtiyaçlarımızı bilip, arzularımızın yönünü kendimizin belirleyebildiği bir 2021 diliyorum hepimize.