Kültür Sanat"Baskı hissettiğim bir dönem oldu"

"Baskı hissettiğim bir dönem oldu"

13.02.2020 - 16:26 | Son Güncellenme:

Emre Yavuz, Türkiye'nin en önemli genç piyanistlerinden biri. Dünya çapında pek çok konser veren ve ödül kazanan, Fazıl Say ve Kamuran Gündemir gibi önemli isimlerden ders alan Emre Yavuz, 28 Şubat'ta Caddebostan Kültür Merkezi'nde bir konser verecek. Ender Sakpınar şefliğindeki İDSO'nun da eşlik edeceği konser öncesi Emre Yavuz ile performansı öncesi konuştuk.

Baskı hissettiğim bir dönem oldu

İhsan Dindar - milliyet.com.tr

Haberin Devamı

 

Sekiz yaşındayken “Harika Çocuk Yasası” olarak bilinen tam adıyla Güzel Sanatlarda Fevkalede istidat gösteren çocukların devlet tarafından yetiştirilmesini öngören 6660 sayılı kanun doğrultusunda eğitime başladınız. Bu başlangıç sizin için nasıl bir deneyim oldu?

Aslında bu yasa, doğrudan yurt dışı eğitimi ve bütün eğitim hayatını kapsayan tüm ihtiyaçları kapsayacak şekilde düşünülmüş ve yapılmış bir yasa. Benim yararlandığım dönemde (1998-2002) yasa kırk yıldır kullanılmamış ve güncellenmemiş olduğu için büyük teknik sorunlar vardı. Bu sorunların bir şekilde etrafından dolanmak ya da bir ara çözüm bulmak, ancak kültür bakanının insiyatifiyle mümkün oluyordu, bu da doğal olarak kişilere bağlı bir işleyiş ortaya çıkmasına neden oluyordu. Bütün bunlar o yaş için bir bürokrasi şokuydu diyebilirim, ancak yasanın bana en büyük getirisi, Kamuran Gündemir’in öğrencisi olarak Ankara Konservatuvarı’nda özel bir statüde eğitim imkanı tanıması oldu. Kamuran Hoca’dan aldığım temel, daha sonraki hocalarımdan öğrendiklerimin ayakta durabilmesinin en önemli nedeni oldu.

Haberin Devamı

 

Sizi nelerin beklediğinin farkında mıydınız? Bu süreçte ailenizin de yönlendirmesi oldu mu?

Tuhaf bir şekilde, evet farkındaydım. Bizim ailede benzersiz bir görev bilinci ve çalışma disiplini vardır, belki annemle babamın ilkokul öğretmeni olmasından, belki onlar kendi hayatları boyunca bu değerler için savaşmış oldukları için, bilmiyorum. Yapılması gereken bir şey varsa, zor da olsa kolay da, eğer gerekiyorsa zorluklarına katlanılır, zorla da olsa bir yolu bulunur, çalışılır, yapılır. Bu kadar. Bana da ilk baştan itibaren hiçbir zaman bu “yolun” zorluklarıyla ilgili yanlış veya eksik bilgi verilmedi. Bunlar hepimiz için çok açıktı, ben de üstüme düşeni (her zaman eğlenceli olmasa da) yaptım.

 

Kamuran Gündemir, Fazıl Say ve Sanem Berkalp’ten dersler aldınız. Bir genç için bu, büyük bir şans olsa gerek…

Türkiye’de çalıştığım üç hocamdan da çok değerli şeyler öğrendim. Kamuran Hoca’dan daha iyisiyle çalışamazdınız zaten o zamanlar Türkiye’de. Fazıl Hoca ve Sanem Hoca da onun öğrencileri ve onlarla çalıştığım lise dönemi benim için yeni bir atılımdı. Burada aldığım eğitim o kadar çok yönlü ve yoğundu ki böylesinin örneğinin Türkiye’de olduğunu sanmam. Sanem Hoca da gerçek bir emekçiydi, bana kendimin terbiyecisi olmayı, yeteneksiz gibi çalışmayı ve tavizsiz çalmayı öğretti.

Haberin Devamı

  

Bunu biraz da Türkiye’de piyano ve müzik eğitimine adım atmak ve bu konuda ilerlemeyi düşünenler adına soruyorum. Bu aşamalardan geçmiş biri olarak ne gibi tavsiyelerin olur onlara?

Bu diyeceklerim aslında her alan için geçerli olabilir. Müzik keyif verici bir şey olabilir, ama başka her alan kadar işçilik ve rutin gerektirir. Fedakarlıklar yapmadan ve yorulmadan ilerlemenin mümkün olmadığı bir alan. Bunu iddia edecek konumda mıyım bilmiyorum ama en azından kendi hayatımdan öğrendiğim, emek ve kalite kavramlarının en öncelikli kaygılarınız olması gerektiği, çünkü bu açılardan sağlamsanız eğer, karşınıza çıkan türlü zorluklarla baş etmek epey kolaylaşıyor.

Haberin Devamı

 

Önemli şefler ve ünlü orkestralarla birlikte aynı sahneyi paylaşmak bundan sonrası için sizi baskılıyor mu? 11 Yaşından itibaren ödüller kazanmaya başladınız ve bu süreç üzerine koyarak devam ediyor…

Dürüst olmam gerekirse böyle bir baskı hissettiğim bir dönem oldu. 2015-17 arasında arka arkaya birkaç yarışmadan ödüller alınca. Ondan önce bir konsere çıktığımda içimden “siz henüz beni bilmiyorsunuz, bakın nasıl çalıyorum” diyordum. Yarışmalardan sonra dinleyici “hmm neymiş bakalım bunun numarası” diye dinliyor gibi bir hisse kapılıyordum ve bu kendim gibi, rahat çalmamın önüne geçiyordu. Şu an bu da geride kaldı, zaten repertuvar olarak da yeni bir döneme girdim artık, yeni bir tat alıyorum sahnede olmaktan ve sahnede çok iyi vakit geçiriyorum.

 

Repertuarına baktığımda Rameau’den Çaykovski’ye çok sayıda farklı dönem bestecisinin adını görüyorum. Ama üslup ya da isim olarak sende hangisi daha ön plana çıkıyor?

Ben bestecileri vatandaşı oldukları ülkelere ve yaşadıkları yıllara göre sınıflandırmayı müzikolojik olarak ve müzik tarihi felsefesi olarak yanlış buluyorum ve bunu hep dile getiriyorum. Programlarımı da bu kriterlere göre yapmıyorum. Çünkü bu yaklaşım, her şeyden önce kendilerinden önceki dönemleri ve başka coğrafyalardaki bestecileri pekala iyi bilen ve takip eden, her zamandan ve mekandan ilham alan son derece entelektüel bireyler olan bestecilere haksızlık ve onları olduklarından çok daha dar bir dönemsel ve folklorik şemaya sıkıştırıyor. Ben eserlerini çalacağım bestecileri tamamen rastgele seçmiyorum, ama dönem ve coğrafya kriterlerine göre de seçmiyorum, onun için o pencereden bakıldığında birbirleriyle tamamen alakasız görünüyorlar. Halbuki bunların hepsini unutup çaldığım eserlere ve benim onları hangi programda nasıl kullandığıma, programlarımı nasıl oluşturduğuma bakan biri oradaki mantığı görecek ve benim tarzımı, yapmaya çalıştığımı anlayacaktır. Elbette bazı besteciler öne çıkıyor benim için, bunlar insani olarak daha yakın ilişki kurduğum besteciler, Scarlatti, Beethoven, Schubert, Chopin, Rahmaninov, Ravel gibi. Doğrusunu söylemem gerekirse hiçbirinden bir diğeri uğruna vazgeçemiyorum, birine yoğunlaştığımda diğerlerini özlüyorum. Şu an Ravel’e tamamen kaptırmış durumdayım, ama geçen akşam birden içimden geldi, aylardır ilk defa evde kendi kendime Rahmaninov çaldım ve efkarlandım. Görüyorsunuz ne kadar tuhaf bir ilişkim var bestecilerle.

Haberin Devamı

Baskı hissettiğim bir dönem oldu

28 Şubat’ta Ender Sakpınar şefliğindeki İDSO, Caddebostan Kültür Merkezi’nde sana eşlik edecek. Neler hissediyorsunuz?

İstanbul, benim uzun süredir pek uğramadığım bir yerdi. Uzun zaman sonra, hem de böyle bir konserle İstanbul’a gelmek elbette çok sevindirici benim için. Üstelik İDSO ile ilk konserimiz olacak bu, nitekim İDSO şimdiye kadar Türkiye’de çalmadığım tek devlet senfoni orkestrasıydı. Daha güzeli birçok çocukluk arkadaşımın orkestrada olması, daha da güzeli hem solist hem de bütün orkestra için bu kadar keyifli bir eser çalıyor olmamız.

 

Konser takviminizi incelediğimde önümüzdeki dönem yoğun bir programla karşılaştım Türkiye’nin farklı kentlerinin yanı sıra Bonn ve Bremen gibi kentlerde de müzikseverlerle buluşacaksınız. Programdan biraz bahsetmeniz mümkün mü?

Yaz tatiline kadarki dönemde İstanbul Senfoni ve Bursa Senfoni’yle olan konserlere ek olarak birkaç resital de yapacağım, 28 Mart Tan Sağtürk Akademi, 1 Nisan Summart gibi. Mayıs’ta Bonn’daki Schumann Festivali’nde 2020 yılında yaşı yuvarlak bir sayıyı bulan besteciler temalı özel bir konser vereceğim. 14 Temmuz’da ise Kissinger Sommer festivalinde 2020 Beethoven Yılı nedeniyle düzenlenen piyano sonatları serisinin son konserini yapacağım. Şu an bu soruları cevaplarken bile bir yandan yeni tarihler ekleniyor, bunun için internet sitemin etkinlikler kısmını elimizden geldiği kadar güncel tutacağız önümüzdeki aylarda.

 

Son olarak albüm konusuna gelmek istiyorum. Böyle bir niyet veya hazırlık yakın dönem için söz konusu mu?

Daha ne kadar gizli tutabilirim bilmiyorum. Niyet veya hazırlık yok, çünkü bu aşamalar geçildi. Yakın bir zamanda yıllardır üzerinde çalıştığım albüm sonunda gün yüzüne çıkacak. Ben ikinci albümü hazırlıyorum şu an.

 

ihsan.dindar@milliyet.com.tr