22.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler - Bayburt’un bir dağ köyünde kurulan Baksı, kültürel gücün tayin ettiği coğrafyalara karşı durarak başlayan bir kültür hareketi... Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın hem köklerine hem sanat dünyasına armağanı olan Baksı, vakfı, müzesi, sergileri, özgün projeleri, destekçileri ve en önemlisi hem Baksılıların hem sanatseverlerin desteğiyle 20 yılı geride bıraktı. Koçan ile hem geçen 20 yılı hem müzenin yeni sergisi “Kıraçta Heykel”i konuştuk.
Baksı’nın serüveni 20. yaşını kutluyor. Bir tohumdan filizlenen ve kök salan bir müze var karşımızda. 20 yıl Baksı için nasıl geçti?
20 yıl Baksı için aslında göz açıp kapayıncaya kadar geçti diyebiliriz. O kadar hızlı, o kadar üretken, o kadar beklenti ve heyecan dolu ki... Rüya gibi bir 20 yıl. Baksı’nın temelini attığımız zaman doğan çocukları şimdi görünce ve onların Baksı ile yaşıtlığını düşününce aslında çok da uzun bir süreymiş gibi geliyor bana. Fakat sunduğu heyecan, insan halleri, dayanışma ve adanmışlık duygusu galiba bizim hayatımızın aynı zamanda en anlamlı 20 yılını oluşturdu.
Büyük şehirlerin dışında, nispeten zor bir coğrafyada müze kurarak kültürel bir çağrıda bulundunuz. Baksı bu noktada sembolik ve öncü bir yerde duruyor gibi, ne dersiniz? Bu size nasıl sorumluluk yükledi?
Benim kuşağım sanatın hayata en geniş anlamda yayılmasını arzu eden bir kuşak. Merkezlere saygımız vardı ama merkezler bizim için yeterli değildi. İnsanın olduğu her yere gitmek istiyorduk. Özellikle benim bu konuda büyük bir inançla sarıldığım bir ana düşüncem vardı. Küresel kültür haritalarının ürettiği mekanizmalar insanlara yenilik değil, elverişli trafikler sunuyor. Onların dışında farklı alternatifler yokmuş gibi düşünülüyor. Halbuki insanın olduğu her yerde farklı coğrafyalar, farklı beklentiler, farklı hikâyeler var ve bunları gözden kaçırmamak gerekiyor. Baksı aslında bütün bu gerçeklerden yola çıkarak, bir sanatçının kendi hikâyesine, kendi bağlılıklarına geri dönmesi meselesidir. Hayatı boyunca oğlunun sezgilerine alan açmış babaya bir teşekkür projesidir. O nedenle bu hikâye merkezin dışında oluşuyordu ve orada kök salsın istedim. Orada kendi hikâyemle yeniden buluşsun istedim.
Baksı geçmişten bugüne binlerce ziyaretçiyi ağırladı. Pek çok önemli sergiye ev sahipliği yaptı ve önemli ödüllerin sahibi oldu. 20 yıla dönüp bakınca ne görüyorsunuz, hayallerinizi gerçekleştirdiniz mi?
Başlangıçta babama teşekkür için kütüphanesi olan bir köy konağı düşünmüştük. Böyle dünya ölçeğinde isminden söz ettirmesi, çok sayıda ödüle değer görülmesi, büyük sergiler gerçekleştirmesi ve büyük problemler üstüne düşünme zemini oluşturması konusunda herhangi bir düşüncemiz, beklentimiz yoktu. Biz sadece kazmayı vurduk, arkasından Baksı kendi hikâyesini kendi oluşturdu. Dolayısıyla Baksı hiç planlamadığı kadar büyüdü, gelişti ve kurumsallaştı. Bunları planlamış olsaydım zaten bu projeyi başaramazdık. Geçmiş hikâyenin bitip gitmesine seyirci kalmanın da, onu tekrarlayarak gelecek hayallerinin bir kenara itilmesinin de yanlış olduğuna inanan bir bakış açısıyla, insanlara bir model önermesi olması ve herkesi etrafına çağırması Baksı’nın en büyük başarısıdır diye düşünüyorum.
Bu kez Baksı tepesini heykellerle kuşatıyorsunuz. “Kıraçta Heykel” Baksı’nın 20. yılında izleyiciye ne söylüyor?
Heykelin kapalı alandaki büyük geleneksel tarihi bana hep biraz hüzün vermiştir, hiç kımıldamadan mesaj vermeye çalışması, bana bir kısıtlılık olarak gözükmüştür. Halbuki heykel üç boyutuyla, farklı ışıklarla derin ifadeler sunabilme kapasitesine sahip. İstedim ki bizim Huykesen ağacı gibi bu heykeller de gün ışığına çıksınlar. O kıraç tepenin üzerinden, o güzelim Soğanlı dağları manzarasına tanıklık etsinler. Ve de değişen ışıklar içerisinde bize farklı mesajlar sunsunlar. Hatta o kıraçta insanlar hareket ettikçe heykelin görsel anlamına katkıda bulunsunlar. Hatta oraya kar yağdığı zaman heykellerin görsel anlamı daha da çoğalsın. Ortamın, coğrafyanın bir parçası olsunlar istedik. Bu da son derece ilginç bir birliktelik ortaya çıkardı. Ve böylece en yalın doğayla sanat iç içe bir şekilde, kurgusal olmayan bir mekânda insanla buluştu.
Bundan sonraki hedefleriniz, planlarınız neler? Baksı’nın ikinci 20 yılında sözü ne olacak?
Baksı’nın bitmez tükenmez bir öneriler dünyası var, sürdürülebilirlikle ilgili çalışmalarımız var. Bunlardan biri bulunduğumuz coğrafyada nadasa bırakılmış toprakların organik tarımla daha da verimli hale getirilmesi. Diğeri ise kadın istihdamı. Bu bizim açımızdan son derece önemli bir konu. Bayburt’ta Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan ve uluslararası ödül sahibi Kadın İstihdam Merkezi projemizi gerçekleştirme girişimi en sıcak ve öncelikli projemiz. Ayrıca “Güç Kadında” üst başlığını taşıyan, kadınlar dünyasından oluşan bir girişimle bu projeyi ileriye taşımayı hedefliyoruz. Burayı kadınların işledikleri, yürüttükleri bir merkez haline getirmek ve kadının ülkemizde farklı alanlardaki temsil alanını genişletmek istiyoruz. Onun için de sanat, kültür, ekonomi, politika dünyasından adanmışlık gizemiyle donatılmış kadınları bir araya getirmeye dair yoğun bir çalışmamız söz konusu. Öte yandan Baksı olarak burs vermeye devam edeceğiz. Önümüzdeki sezon Yetenek Geliştirme Merkezi’nin ilkini Bayburt’ta kuracağız. Sonra onu yaygınlaştırmayı düşünüyoruz. Mayıs ayında ise Osman Dinç’in “Gözlemevi” sergisini Baksı’da açacağız. Ve Türkiye’de sivil ağın genişletilmesi konusunda çalışmalar yürüteceğiz.
Anadolu’dan dünyaya seslenmek önemli
Anadolu’dan dünyaya sanatla seslenmek neden önemliydi sizce?
Anadolu’dan dünyaya seslenmek çok önemli. Çünkü Anadolu dünyanın en zengin kültür havzalarından biri. Buradaki bozkırın kendine ait bir özgünlüğü olduğuna inanıyorum. Biz ona anlamını yitirmiş motifler gibi bakıyoruz. Halbuki o anlam derinliğine herkesin gereksinimi var. Günümüz dünyasında özgün bir şey üretmezseniz tüketici rolüne adaysınız demektir. Bu toprakların zenginliği, özgünlüğü bize üretme şansını veriyordu. Biz de oradan başlayarak cümlelerimizi kurmayı denedik. Çağımızın büyük gürültüsü ve enerjisi içerisinde sessizleşmeye terk edilmiş derin çeşitliliği, coşkuyu, o destansı hayatları gündeme getirmeye çalışıyoruz. Umut ediyorum ki Baksı ileride bu destanlardan biri olacaktır.
Abartılı formlar heykel olamaz
Heykelin çok tartışıldığı bir dönemdeyiz. Özellikle Anadolu’nun farklı şehirlerindeki tuhaf heykeller gündemimizde. Bu tartışmaya nasıl bakıyorsunuz?
Anadolu’muzda bu kadar büyük bir görsel gelenek olmasına rağmen ne yazık ki kentlerimizde yönetimler tarafından kitsch diye adlandırabileceğimiz, ne idüğü belirsiz, abartı ve estetik kriterlerden yoksun birtakım formlar heykel diye öneriliyor. Bunlar aslında sanatçıların ürettikleri heykeller olamaz. Çünkü sanatçının kendisi bir şey tasarladığı zaman onu ne yazık ki yöneticiler ön kısma çekmiyorlar. Ben bu formların tümüne birden bizim kent yöneticilerinin kültürel seviyesinin bir göstergesi olarak bakıyorum. Bazı arkadaşlarımız bunlar için Türk pop art’ı olabilir mi dediler ama toplumun içinden gelen öneriler değil bunlar. Tamamen yönetici sınıfın istediklerini gerçekleştirebilecek mütevazılıktaki insanlara yaptırılmış işlerdir ve bunlara heykel dememek çok yararlı olur. Baksı’daki heykellerimize gelince, bunlar tamamen sanatçıların bilererek, isteyerek, arayarak yarattıkları formlardır. Orada kimsenin bir önerisi veya katkısı yoktur. Ve de isteriz ki bu anlamda kentlerde sanatçılara alanlar açılsın. Belki bu yolla kent estetiğine sanatın katkısı çok daha iyi temsil edilir.