20.10.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL
MÜJDE IŞIL- Steven Spielberg, “Schindler’s List/Schindler’in Listesi”ni, gençliğinde Yahudi olmasından utandığından pişman olduğu ve kendi halkının acılarını perdeye getirerek geçmişini telafi etmek için çekmişti. Soykırım yaşamış Yahudilerin kurduğu İsrail’in bugün Gazze’de Filistinlilere uyguladığı soykırımdan insanlık adına utandığımız süreçte bir ırkın başka bir ırkı petrol için, para için adım adım katlettiği bir film perdeye geliyor: 80’lik delikanlı sinemacı Martin Scorsese imzalı “Killers of the Flower Moon/Dolunay Katilleri”.
Filmin kökeni, 2017’de yayımlanmış “Killers of the Flower Moon: The Osage Murders and the Birth of the FBI” adlı kitap. Amerikalı gazeteci David Grann’in kaleme aldığı ve yayımlandığı dönem hayli ses getiren bu kitap Martin Scorsese’nin de dikkatini çekiyor ve sinema uyarlamasını Eric Roth ile birlikte yazıyor. Hikâyenin merkezinde 1920’lerin Oklahoma’sında Osage kabilesinin üyelerinin birer birer öldürülmesi var. Osage kabilesi petrol çıkan bereketli topraklara sahip ve bu da onları paragöz beyazların hedefi hâline getiriyor. Osage erkeklerini bazen intihar süsüyle öldürüyorlar, bazen de aleni şekilde. Kabilenin kadınları için ise ayrı planları var. Önce onlarla evlenip sonrasında da mirasa konmak için kadınları farklı yöntemlerle öldürüyorlar. Bir süre sonra bu cinayetler FBI soruşturmasına konu oluyor.
Martin Scorsese için “Dolunay Katilleri” hem ayrıksı hem de tanıdık bir film. Ayrıksı çünkü Scorsese’nin filmografisinde Kızılderililerin trajedisine içeriden baktığı ve western türüyle hemhal olduğu ilk yapım. Kendi westernini yaparken ise o tanıdık dokunuşlarını kullanıyor; filmografisinin yıldızları olan epik suç filmlerinin yani gangsterlerin yükseliş ve düşüş hikâyelerinin, Amerikan rüyasının kirli yüzünün izinde gidiyor. Kızılderililerin planlı şekilde yok edilmesinin merkezindeki kişi yani Robert De Niro’nun canlandırdığı William Hale’in, Scorsese filmlerindeki mafya babalarından farkı yok. Leonardo DiCaprio’nun hayat verdiği ebleh yeğen Ernest Burkhart’ın da çeteye yeni giren ve avanta peşinde koşan amatör gangster bozuntularından… Gangster dünyasının olmazsa olmazı suç ortaklarını ifşa eden itirafçı olgusu da… Scorsese mafya kurallarını alıp westerne harmanlıyor. Bazen koca çeteleri çökertseler de genelde gangster dünyasında arzu nesnesi olarak var olan kadın karakterler ise “Dolunay Katilleri”nde tüm hikâyenin merkezi. Lily Gladstone’un canlandırdığı Mollie; kurban olmaktan kendini kurtaramasa da her şeyin farkında olan, Hale’in kurnazlığı karşısındaki karşı güç olarak konumlanıyor. Scorsese, Alfred Hitchcock’un “Suspicion”ınındaki gerilimi, Kızılderililerin uhrevi dünyasına taşıyor bir bakıma da.
Scorsese üç buçuk saatlik filminde dönemin ruhunu yakalamak için sessiz sinemanın ara yazılarından ve radyo tiyatrosundan faydalanıyor. Hatta “Hugo”dan sonra kendine rol de biçiyor. Sonuçta Scorsese bu yaşta ve bu çağda eleştirmeye devam ederek saygı duyulacak bir yapıma imza atıyor “Dolunay Katilleri”nde.
Ödül alacağı garanti gibi
Leonardo DiCaprio ile altıncı kez, Robert De Niro ile 10. kez, ikisiyle birlikte ilk kez bir araya gelen Scorsese, gözde oyuncularından istediği performansı almış. De Niro eski iddialı günlerini anımsatan tanıdık performansıyla, DiCaprio ise bazen De Niro’nun abartılı ve alaycı mimiklerini andıran oyunculuğuyla öne çıkıyor. Brendan Fraser’ı yeniden perdede görmek güzel. Scorsese de filmin oyuncu kadrosu da 2024’te Oscar adaylıklarında iddialı olacak gibi görünüyor. Ama bir isim var ki kimse ödül almasa da onun En İyi Kadın Oyuncu Ödülü sanki garanti gibi. Dingin yüzü ifadesiyle Lily Gladstone (Vicky Krieps’i anımsatıyor) perdede büyüdükçe büyüyor.
Alacağı ödül, Marlon Brando’nun Oscar Ödülü’nü reddetme konuşmasını yapan ve geçen sene vefat eden Sacheen Littlefeather’ın ruhuna da gidecek.