28.10.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - Bazen küçücük bir gazetede haberi, duyduğunuz bir hikâye, şahit olduğunuz bir an fark yaratır. Dünyayı değiştirmese bile ulaştığı insanlar için çözümün bir parçası ya da yeni bir yolun başlangıcı olabilir. İşte Adania Shibli’nin “Küçük Bir Ayrıntı” adlı romanı tam da bunları karşılıyor. Tarihe bir dönelim, yıl 1949 yazı. Filistinlilerin, 700 bin kişinin sürülmesine sebep olan Nakba felaketinin yasını tuttuğu ve İsraillilerin Bağımsızlık Savaşı’nı kutladığı dönemde İsrail askerleri bir grup Bedeviyi Negev Çölü’nde öldürür ve aralarında bulunan Filistinli bir kızı esir alıp ona tecavüz eder, ardından da onu katledip kuma gömerler. Bu kızın hikâyesini yıllar sonra Ramallah’ta genç bir kadın tesadüfen fark edince de onun yaşadıkları Shibli’nin kaleminden roman olur. Tarihteki bu “küçük ayrıntı”nın peşine düşen kadının hissettikleri, buldukları savaş, şiddet ve bellek üzerine bir sorgulamaya dönüşüyor. Shibli kitabın politik tarafından çok edebi tarafını ön plana alıyor. Dilin sınırlarını kullanarak ‘acı’yı bu yolla ifade ediyor. Farklı bir kalem Shibli çünkü o gözden kaçan detayların önemini ortaya çıkarıyor bu kitapta. Ve bunun yorumunu yapmayı da dille acıya kattığı değerle göstermeyi hedefliyor.
Kitapta İsrail askerleri tarafından kaçırılıp tecavüz edilen ve öldürülen bir kızın hikâyesinin peşine düşen Filistinli bir kadınla gözlerimiz bu coğrafyaya dönüyor. Yaşanan acıları paylaşmak mıydı niyetiniz?
İsteğim acı deneyimini paylaşmak değil, acıyı düşünmek, doğrudan gözünün içine bakmak, dilsel olarak, korku, titreme, belirsizlik, kekemelik ile içinden geçmek. Romanım için önemli olan tek acı edebi düzeyde şiddetten kaynaklanan ve dilsel düzeyde hissedilebilen acı. Kekemelik burada bir metafor değil, dile sızan kolektif bir deneyim. Akıcı konuşmama belirtileri ortaya çıktığında, birisi bir kelimeden önce veya sonra yutkunduğunda, bir kelimeyi telaffuz edemediğinde her zaman ilgimi çeker. Çünkü bu her zaman belirli bir durumdaki savunmasızlığa, bilinçsiz eski bir acıya işaret eder. Roman dilin acı verme konusundaki kayıtsızlığından ama aynı zamanda dilin acıyı saptırma yeteneğine ilişkin bir tefekkür ve sorgulamadan yola çıktı. Filistin’in bugüne kadar devam eden haritadan silinmesi, dilsel bir acıdır. Dilsel bilinciniz, bu eksiklikleri okumak, bu dilsel acıyı yaşamak üzerine erken yaşlardan itibaren inşa edilmiştir.
Kitap sürpriz bir sonla biterken akla tarih tekrar mı ediyor sorusu geliyor. Tarih tekrar mı ediyor sürekli?
Tarih tekerrürden ziyade aynı tuzakları koruyor. Tekrarlanan, tarihten çok romana ve edebiyata dönersek kelimeler. Genellikle büyüleyici olan kelime tekrarıdır ve tekrarlanan kelimelerin tamamen farklı yaşamları, anlamları olabilir. Bu sadece küçük bir değişiklik olsa bile. Örneğin ‘örümcek ağı’ kelimesinin ilk bölümde nasıl ortaya çıktığı, daha sonra ikinci bölümde nasıl kendini tekrar ettiği. Edebiyat alanında belirli bir gerçeklik deneyiminden ortaya çıkan kelimeler vardır ve bu kelimelerin tekrarı kesinlikle merkezidir: Örneğin, dinleyicilerin duymaktan bıktığı aynı acı anlatılarını tekrarlamak acının devam etmesi ve dolayısıyla artması anlamına gelir. Ve sonuç olarak, insanlar aynı kelimelere farklı anlamlar yüklemeye başlar.
Sizce dünya Filistin için üzülürken ne kadar samimi? Ve kitaptaki gibi hikâyelerin sonu ne zaman gelecek?
Gerçekte adaletin ve özgürlüğün Filistin’e hiçbir zaman geleceğini düşünmüyorum çünkü adalet ve özgürlük zaten hiçbir yerde yok. Başka hiçbir yerde yokken Filistin’e neden gelsin! Ama hayal gücü düzeyinde, edebi düzeyde, evet elbette adalet ve özgürlük her an gelebilir. Bu, benim gibi yazanların kendilerini yönlendirmeden duramayacağı bir umut. Umut; hayal gücü, edebiyat ve diğer şeyler için başlangıç noktası olabilir.
‘Endişem edebi değil kişisel’
Filistin’in edebiyatınızdaki yeri ne? Orada yaşananlara, adaletsizliğe dikkat çekmek için sorumluluk hissediyor musunuz?
Filistin’de veya başka bir yerde olup bitenlere dikkat çekmenin benim veya herhangi birinin sorumluluğu olduğunu asla düşünmedim. Herhangi bir şeyi paylaşma olasılığına özen ve tevazu ile yaklaşıldığında, paylaşıma açılmayı daha çok sorumluluk olarak görüyorum. Filistin’den kimseye bahsetmek istemiyorum. Anlatmak, acıyı yeniden yaşamayı veya yeniden deneyimlemeyi gerektirir. Bu yüzden başka yerlerdeki insanların Filistin hakkında nasıl düşündüklerini sorgulamıyorum. Aslında Filistin’i ‘düşünmek’, zaten ilgilenmek istemeyeceğim bir ayrıcalıktır. Konuşurken Filistin ile ilgili endişem kişiseldir, edebi değil. Filistin, dilimin ve edebiyatımın oluşumunda yer alıyor ama benim edebiyatım asla Filistin hakkında değil, daha çok adaletsizliğin, acının ve aşağılanmanın normalleşmesinin bir koşulu olarak Filistin’in içinde ve dışında.