17.09.2013 - 16:35 | Son Güncellenme:
Antalya Büyükşehir Belediyesi & Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğiyle 4 – 11 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek 50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, 1968’den günümüze farklı kuşakların direniş biçimleri ve mücadele öykülerini konu alan “68’den Bugüne” başlıklı bir seçkiyi sinemaseverlerin beğenisine sunuyor.
Seçkide yer alan filmler, dünya sinemasının önde gelen yönetmenlerinin geleneksel toplumsal hiyerarşiye aykırı konuları işleyen son dönem yapımları arasından seçildi.
“68’den Bugüne”de, 1968 Mayısı’ndan miras kalan sloganların genç kuşakların sesi olmaya devam ettiği; iktidar hiyerarşileri ve “iktidar teknolojileri”ne karşı direnişin dünyanın farklı yerlerinde, farklı biçimler altında kesintisiz biçimde sürmekte olduğu gözler önüne seriliyor.
68’den Günümüze”de, 60’lı yıllar ve sonrasında eleştirel duruşunu umutlarıyla birlikte taşıyan, kültürel bir aydınlanmanın heyecanıyla hareket eden bir gençliğin hikâyesi yer alıyor.
68’li FİLMLERİN ANTALYA BULUŞMASI
Hippie kültürünü cazibesi ve aynı zamanda açmazlarıyla birlikte ele alan Dennis Hopper’ın yönettiği “Easy Rider”da, iki “motorsikletli kovboy” yollara düşmüş, dönemin ABD’sinin ruhunu arıyor.
Estetik anlayışıyla dönemin yenilikçi, deneysel ruhunu tamamen benimseyen V?ra Chytilová’nın “Papatyalar”ında avare ikili Marie & Marie, tuhaf serüvenleri boyunca materyalizmi hicvederken feminist hareketin taleplerini de dile getiriyorlar.
Kôji Wakamatsu’nun kışkırtıcı filmi “Meleklerin Coşkusu”, 70’li yıllar kültürel devriminin özgürlükçü getirilerinin yok edilmeye çalışıldığı, umudun azalıp öfkenin çoğaldığı, çareyi silahlı mücadelede bulanların sayısının arttığı bir döneme ışık tutuyor.
“Kutlama”nın (Derek Jarman) punk’larının uğruna asker gibi örgütlenecek bir gelecek umutları yok. Ama mevcut çürüme ve yıkımı sessizce kabullenmek yerine, içselleştirip, cüretkâr bir gösteri halinde topluma geri yansıtıyorlar.
Kitlesel isyanların büyük oranda bastırılmış olduğu 80’lerde, sistemin içinde kaybolmaksızın hayata tutunmak isteyen gençlerin imdadına müzik ve sokak kültürü yetişiyor: Kimi için kaykay (“This Ain’t California - Burası Kaliforniya Değil” - Marten Persiel), kimi için hip-hop ve mümkünse sağlam bir sokak ayaklanması “Do the Right Thing - Doğruyu Seç - Spike Lee), kimi için punk-rock ( Wojciech S?ota ve Leszek Gnoi?ski’nin birlikte yönettiği “Beats of Freedom – Özgürlüğün Ritmi”)
90’lara gelindiğinde, 68’in aşk baharının anısı artık fazlaca uzaklarda. Gençlerin siyasetle ilgisi yok ama hayatla da pek ilgileri yok. İntihar ve depresyon, dönem gençliğinin ‘cool’ konu başlıkları arasında. Filmlerde de özyıkım, bireysel anarşi gibi kavramlar öne çıkıyor. (“The Living End” – Yaşamın Dibi - Gregg Araki)
Muhalif ruhların bir kısmı hala 60’ların Paris’ini / 70’lerin New York’unu özlemekle meşgulken, 2000’lerde demokrasi arayışının en sıcak adresi, Arap dünyası oluveriyor. (“Microphone – Mikrofon” - Ahmad Abdalla)
Aynı zamanda, sistemin uygulamalarını protesto etmenin tamamen güncel bir biçiminin de hayatımıza girdiği yıllar: İktidarların bilgisayar ağlarını hedef alan ‘hacktivism’... Dünyaca ünlü siber aktivist grup Anonymous’un öyküsünü gerçek tanıklarından aktaran “We Are Legion: The Story of the Hacktivists – Biz Birliğiz: Hacktivistlerin Hikâyesi”
Değişen iktidarlar, değişen siyasi kavramlar, değişen direniş biçimleri... Çektiği siyasi video-klip’lerle tanınan Romain Gavras, ilk uzun metrajlısı “Notre Jour Viendra - Bizim de Günümüz Gelecek”te, iktidarın taraf değiştirebileceğini, ama doğasını değiştirmenin pek de kolay olmadığını hatırlatıyor. Gavras’ın distopyasında, organize zulme maruz kalmak için ‘kızıl saçlı’ olmak yeterli.