01.10.2023 - 07:01 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler - İstanbul; yüzyıllara yayılan tarihi, kültürü, gelenekleri ve en önemlisi silüetiyle sanatın baş tacı…
Farklı ve kadim medeniyetlerin belleğinde İstanbul’un her zaman özel bir yeri var. Bizans ve akabinde Osmanlı’nın başkenti olan şehir, nice sanatçıyı, seyyahı, elçiyi, devlet adamını ağırlamış ve her gelen kentin kalbine bir not bırakmış, kimi yağlı boya tablolarıyla kimi günlükleriyle, şiirleri ve anı defterleriyle… Meşher’in yeni sergisi “Göz Alabildiğine İstanbul” işte bu hafızaya renkli bir iz bırakmış resim ve belgeleri bugüne taşıyor. Ömer Koç’un koleksiyonundan hazırlanan sergide 15.YY’dan 20.YY’a uzanan gravür, sulu boya çizimler, yağlı boya tablolar, fotoğraf ve albümler var. Bu eserleri farklı kılan ise sadece şehre merak duyan Batılılar tarafından üretilmesi değil. Eser sahipleri arasında gemi kaptanları, elçiler, şehir planlamacılar var. İstanbul’un görünen yüzünün tarihi bir anlamda sergi…
Sergideki en eski eser 1493 tarihli Hartmann Schedel’e ait “Liber chronicarum”. İstanbul’un bilinen en eski panaromik fotoğrafını çeken James Robertson’un karesi, İstanbul’u Londra’daki panorama sergilerinde gösterilen ilk yabancı şehir özelliğini kazandıran Henry Aston Barker’ın Galata Kulesi’nden resmettiği panoraması, Abdullah Biraderler’in “Beyazıd Kulesi’nden İstanbul Panoraması”, şehre gelen az sayıdaki kadınlardan olan Evelyn Gorkiewicz’in 1895-1896 tarihli Suluboya Resim Albümü’ndeki 26 çizim serginin öne çıkan eserleri arasında. Eserlerin yanı sıra objeler de göz kamaştırıyor. Özellikle topografik İstanbul görünümü içeren vitrin tabakları sergiye zenginlik katmış.
Belgesel tadında
Karşınıza herhangi bir yerde çıkan her İstanbul tablosu bir belgedir aynı zamanda. Meşher’deki kareler de bu yönüyle şehrin tarihini ‘içeriden’ yansıtıyor. Salacak, Üsküdar, Galata, Pera’dan yansıyan panoramalarda şehir esnafı, kadınlar, çocuklar, Boğaz’da kürek çekenler çok sahici.
Şehrin tarihindeki yaşanmışlıklar da bu belgesele katkı sağlıyor. Şehrin meşhur yangını François d’Orleans’ın 1839’larda yapıldığı tahmin edilen “İstanbul’daki Pera Yangını” tablosuna yansımış. İstanbul’un dış mahallelerine referans veren harita ise 1840’lı yıllarda kentin çeperi neresiydi sorusuna yanıt verebilir.
İstanbul’un tılsımına, büyüleyici manzarasına, Boğaz’ına hayranlığımız hiç bitmez. “Göz Alabildiğine İstanbul” kentin dünü ve bugünü arasındaki ilişkinin devamlılığını da hatırlatan bir sergi, 500 yıl boyunca içinden geçtiği her dönemin kahramanı olmuş bir kentin, tarihiyle birlikte yaşamaya devam ettiğini söylüyor. Edward Lear’dan Ann Lear’a yazılmış 1848 tarihinde düşülen o not gibi: “Suyun içinden yükselen kar beyazı kubbe ve minareler öyle harikulade bir etki yaratıyor ki insan şaşırıyor; bu kadar tuhaf ve güzel bir yer olamaz…”
Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi geçtiğimiz yıl 18. ve 19. yüzyılda İstanbul’da üretilen objeler ve şehre atıf yapan sanat eserlerinden oluşan “Aziz İstanbul” adlı sergiyi açmıştı. Meşher’deki “Göz Alabildiğine İstanbul” bu İstanbul masalının devam gibi. Ebru Esra Satıcı ve Şeyda Çetin’in küratörlüğünü yaptığı sergi 26 Mayıs 2024’e kadar ziyaret edilebilir.