18.08.2008 - 20:07 | Son Güncellenme:
Umut Sarp Zeylan
Hep söylüyorum, iş hayatının kuralları bireysel ve toplumsal hayatın kurallarıyla etkileşim içinde şekilleniyor. İşte bu haftaki araştırmamızın sorusuna aldığımız cevaplar da iş hayatının, toplumsal ve kültürel yaşantımızla ne kadar iç içe olduğunun güzel bir kanıtı. İnsankaynaklari.com sitesinde ‘Hukuksal anlamda iş haklarınızın farkında mısınız?’ şeklinde sorduğumuz soruya aldığımız yanıtlar önemli tespitler yapmak açısından çok etkili. Cevap verenlerin yüzde 37’si ‘bu hakları hiç bilmediklerini’, yüzde 36’sı da ‘galiba bir kısmını bildiklerini’ söylemiş. Sadece yüzde 20’ye yakın bir kesim ise ‘hepsini bildiğini’ ifade etmiş.
Bir sürü hakkımız var. En başta insanca yaşama hakkı, sonra hürriyet hakkı, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, bilgi edinme, avukat isteme, düşünce ve ifade özgürlüğü, susma bunlardan sadece birkaçı. Ama çoğunu hiçbir zaman kullanmayız. Eyleme dönüşmemiş bir hak da ne kadar ‘hak’ kelimesini hak eder, şüpheli. Peki, bu haklar bizim ise ve bizi korumak için bize bahşedilmiş ise niye bunları sahiplenmiyoruz?
‘Bilmemek’ sanırım ilk akla gelen sebep ama galiba sorun, toplumsal, kültürel kodlarımızda ve bunların sonucu olan eğitim sistemimizde. Daha aile içindeki eğitimimizden itibaren, okuduğumuz son sınıfa kadar ‘sürüden ayrılmamayı’, ‘fazla soru sorup dikkat çekmemeyi’ ve ‘büyüklere saygılı olmayı’ ilke edinmeye zorlanıyoruz. Özel okullarda son yıllarda farklılaşmış demokratik/alternatif eğitim modellerini bir kenara bırakırsak, okullarımızda genellikle, öğretmen merkezli ve tek yönlü akan bir ‘anlatma’ yöntemi kullanılıyor. Bu yöntem, herhangi bir konuda ‘temel bilgilerin’ edinilmesi için belki etkili olabilir. Ancak edinilen bilgiyi yaşamın dikenli yollarında kullanabilmek ve bunu bir ‘tutuma‘ ve hatta ‘davranışa’ dönüştürebilmek açısından hiçbir etkinliği yok.
Alın size ilköğretimin son senelerinde okutulan ‘vatandaşlık bilgisi’ dersi. İçeriğine baktığında acayip seviniyorsun, neler yok neler; demokrasi, devlet, vatandaşlık hakları, insan haklarının korunması. Fakat geriye ne mi kalıyor? Pek de bir şey değil. Çünkü birçok konunun eğitiminde içerikten çok ‘süreç’ önemli. Keşke ülkemizde de ‘vatandaşlık bilgisi’ adı altında verilen ders, daha fazla ‘insan hakları, demokrasi’ ve bu iki kavramın nasıl hayata geçirileceği üzerine odaklansa.
BİLMEDİĞİNDEN KAÇMAK
Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi’nden Rüştü Yeşil’in 2003 tarihli makalesinde detaylandırdığı gibi, Almanya’da demokrasi eğitimi alanında önemli bir kişi olan Profesör Wolfgang Hilligen, bu tip bir eğitimin başarılı olabilmesi için dört ilke öneriyor. (1) Sınıfta açık toplum yapısı oluşturma. (2) Öğrencilere grup çalışmalarının yaptırılması. (3) Öğrencilere araştırma veya çözümleyici yaklaşımı kullandırtma. Sorunların çözümü için bireysel çalışmaların yaptırılması ve (4) öğrencilerin kendi ilgi ve sorunlarını başlangıç noktası olarak almalarının sağlanması.
İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından 2000 yılından beri yürütülen ‘Adalet Gözet’ Projesi, temelinde, ‘ kişilerin hakları ve hak arama yolları konusunda bilinçlenmesinin, hayatlarını şekillendiren kuralların demokratikleştirilmesi kadar önemli olduğu’ düşüncesi yatan bir proje. Projenin asıl amacı Türkiye’de vatandaş ile hukuk arasındaki ilişkiyi her iki taraftan da sergilemek. Haziran 2007’de, Türkiye genelinde 16 yaş üzeri 1055 kişiyle üçüncü kez yürüttükleri ‘Adalet Barometresi’ adlı çalışmada pek de iç açıcı olmayan sonuçlar buldular. Sonuçlar Türkiye’de bugüne kadar sadece yüzde 29’un en az bir mahkeme deneyimi olduğunu gösteriyor. İlginç olan yüzde 22’nin davalık bir durumda iken dava açmamayı tercih etmiş olması. Buna en sık gösterilen neden ‘davaların uzun sürmesi’ (yüzde 50). Takiben yüzde 32’yle ‘avukat tutmanın maliyeti’ geliyor. Dava açmanın çok zaman alan bir şey olarak algılandığı üçüncü en çok verilen cevaptan da anlaşılıyor: Yüzde 28, ‘işinden gücünden olmamak’ için davayı açmadığını söylüyor.
Evet bütün bunlarda eğitim önemli bir sorun. Ama çoğunlukla sorun daha derinde. İşte size iç parçalayan bir örnek: İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki Hukuk Kliniği, dersi alan öğrenciler eliyle üç yıldır Dolapdere’de dar gelirli insanlara hukuki bilgi sağlayan bir proje dersi. Bu sene Hukuk Kliniği’ne ‘nüfus cüzdanı’ çıkarılması için çok sayıda başvuru olmuş. İşin acı tarafı, fakülte yetkililerinin de dediği gibi, basitçe kimlik diye geçtiğimiz bu hukuki belge aslında var olmanın, vatandaş olmanın ve birçok hakkı kullanabilmenin anahtarı. Okula gitmek, resmi olarak evlenmek, çocukları nüfusa ve sonra okula kaydettirmek, yeşil kart almak, oy kullanmak için çok gerekli. Daha bizler bu noktadayken, iş haklarımızdan bahsetmek neden bu kadar zor ortada.
Hukukun vatandaş tarafından anlaşılması ve sahiplenilmesi demokratik, yani haklarına sahip çıkan bir toplum için şart. Ancak anlayabilen ve sahiplenenler pek bir az. Yaşanan her tecrübe de ‘vatandaş’ı hukuktan biraz daha uzaklaştırıyor maalesef. Hukukçular da bu durumun farkında. Bu yüzden son dönemde ‘hukuk’ ve ‘vatandaş’ arasında köprü gö-revi görebilmek için birçok sanal ve/veya gerçek ‘destek’ grubu oluşturulmuş durumda.
Durum binlerce kâr amaçlı olan veya olmayan oluşumun var olduğu Amerika’daki gibi olmasa da en azından ümit verici. Fakat sendikalı olmayanların da düşünüldüğü daha organize bir çabaya ihtiyaç var. Özellikle iş hukuku alanında çalışanlara özel bir web sitesi neredeyse yok. Halbuki gelişmiş ülkelerde var olan iş haklarınızı, internet sitelerinde, hem de her dilde bulmanız mümkün. Mesela İngiltere ’deki çalışma hayatı haklarını Türkçe bile yayınlayan multikulti.org.uk oldukça yararlı bir kaynak. İş haklarını pek ya da hiç bilmeyen yüzde 81’in sesine cevap veren çıkar umarım.
‘Niteliksiz kesim hakkını daha çok arıyor’
Eras Hukuk Bürosu Sahibi ve İş Hukuku Uzmanı Avukat Ertürk Eras: “İş hukukuna ilişkin eğitimler veriyorum. Bu eğitimlere daha çok üniversitede okumuş, yabancı şirketlerde çalışan, yabancı dil bilen kişiler katılıyor. Hatta yaklaşık yüzde 80’i, İK alanında çalışan kişiler oluyor. Onlara önce şunu soruyorum: Kendi haklarınızın ne olduğunu biliyor musunuz? Büyük bir çoğunluk bilmiyor. “İşe girişte imzaladığınız iş sözleşmesiyle ilgili bilginiz var mı?” diyorum. Hemen hemen hiçbiri bilmiyor; sözleşmelerini okumamış oluyorlar. Okumuş kesim kendi haklarını bilmiyor ve bu haklarını sorup öğrenmenin ayıp olduğunu düşünüyor.
Bir de niteliksiz kesim var. Onlar da haklarının ne olduğunu bilmiyor ama bir problemle karşılaştıklarında hemen bir avukatın kapısını çalabiliyor. Bu kesim hakkını daha çok arıyor. Okumuş kesim ne tür hakları olduğunu bilmeli ve iş sözleşmelerini sonuna kadar okuyup anlamalı. İş değiştirirken de ihbar süreleri konusunda bazı yasal mükellefiyetleri olduğunu kesinlikle bilmeliler; çünkü bu konuda açılan birçok dava var. Sadece İK’da çalışan yöneticilerin değil, her kademedeki çalışanın haklarını öğrenmesini şiddetle tavsiye ederim.”
‘Haklarını sorgulayacak cesaretleri yok’
Türkiye Personel Yönetimi Derneği (PERYÖN) Başkanı, Tellcom İletişim Hiz. Genel Müdür Yardımcısı Yiğit Oğuz Duman: “İnsanların iş hukuku kadar diğer hukuk dalları konusunda da bilgi dağarcığı çok geniş değil. Mavi yakalılar beyaz yakalılara göre haklarını daha iyi biliyor. Bunun nedeni mavi yakalıların daha örgütlü olmaları. Beyaz yakalılar ise ayrıldıkları şirketlerle ilişkilerini iyi sonlandırmak istiyor, çünkü aynı şirkette tekrar çalışabileceklerine inanıyorlar.
Öte yandan çoğu zaman hakların bilinmesi pek bir şey ifade etmiyor. Önemli olan yasaların iş yaşamına uygulanabilirliğini sürekli test etmek. Mesela iş güvenliğiyle ilgili birçok yasa var ama uyulmadığı için çalışanların hayatı tehlikeye giriyor. Türkiye’de yaşanan sosyal sıkıntılar nedeniyle çalışanların haklarını ve iş güvencesini sorgulayacak cesaretleri yok. Çünkü işsizlik bu kadar yüksekken, gelir seviyesinde sıkıntılar varken hakkını savunacak çalışan da olmuyor.”
‘Yasalar topluma anlatılamıyor’
İstanbul Ekonomi Danışmanlık Yönetici Ortağı Sinan Ülgen: “Çalışanların haklarına dair bilgi seviyelerinin düşük olması şaşırtıcı değil. Zira bu konuda bilgilenme ihtiyacı aslında ihtilaf söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor. Ama tabiatıyla çalışma hayatına dair İş Kanunu gibi temel yasaların topluma iyi anlatıldığı da söylenemez. Burada da kamunun iletişim stratejisindeki eksiklik göze çarpıyor. AB’de bu tip yasaların hayata geçirilmesinin öncesinde analizler yapılarak yasanın çeşitli paydaşlar üzerindeki etkileri araştırılıyor ve sonuçlar paylaşılıyor; mevzuat değişiklikleri, bunların olası etkileri hakkında kamuoyu aydınlatılıyor. Ülkemizin kamu idaresinde de bu prensip benimsenmiş ancak uygulanmıyor.
Bunun sonucunda da toplumun çıkarılan yasalar hakkında sistematik olarak ve yeterince bilgilendirilmesi mümkün olamıyor. Öte yandan madalyonun bir de diğer yüzü var. İstanbul Ekonomi Danışmanlık olarak Başbakanlık Yatırım Promosyon Ajansı için yürüttüğümüz bir çalışmada, Türkiye ’ye yatırım yapmış yabancı sermayeli şirketlerle görüşerek, Türkiye’deki yatırım iklimine dair bir değerlendirme yaptık. Görüştüğümüz yabancı sermayeli şirketlerin hemen hepsi, Türkiye’deki iş mevzuatının esneklikten yoksun olduğunu dile getirdi ve çalışanların haklarının iyi korunduğuna dikkat çekti.”
Hukuksal anlamda iş haklarınızın farkında mısınız?
Hayır, hiç bilmiyorum
% 37,25
Galiba bir kısmını biliyorum
% 36,35
İşverenimin söylediği kadarını biliyorum
% 6,95
Tabii, hepsini biliyorum
% 19,45