02.06.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
Peygamber Efendimiz bir hadisinde, müslümanları bir vücuda benzetir. Vücudun bir organı sızlayınca bu sızıyı öbür organların duymaması, bu sızıyı hafifletmeye çalışmaması mümkün değildir. Nasıl ki vaktinde tedbir alınmazsa kan kaybı bu vücudun hastalanmasına, belki ölmesine yol açarsa, aynı şekilde fakirlerin hakkına riayet edilmemesi sosyal bir kanamadır ve vaktinde tedbirler alınmazsa bir canlı organizma olan sosyal bünyenin sağlığını, belki varlığını yitirmesine yol açacaktır.
Zekât, ferdî cimrilik, bencillik gibi kötü huylardan arındırma yanında toplumsal bünyeye girmiş zararlı mikro-organizmalardan
Zekât, malî bir ibadettir
Zekât, Allah’ın, belirli yerlere sarfedilmek üzere dince zengin sayılan kişilerin mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder. Kuran-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in sünnetinde zekât daima namazla birlikte zikredilmiştir. Bu husus namazla zekât arasındaki kuvvetli bağlılığa, kişinin Müslümanlığının ancak bu ikisini eda etmekle olgunluk derecesine ereceğine bir delildir. Namaz bedenî, zekât ise malî bir ibadettir. İkisine hâkim olan ruh Allah’a yaklaşmak ve onun rızâsını kazanmaktır. Kuran-ı Kerîm’de zekâtın mâna ve öneminden bahseden birçok âyet vardır: “Hidâyet ve müjde namaz kılan, zekât veren müminler içindir” (Lokman 31/3-4).
“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Asıl iyi olan, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve kölelere sevdiği maldan harcayan, namaz kılan ve zekât verenler... dir” (el-Bakara 2/177).
İslâm dini insanın sadece Allah’a kul olmasını, Allah’tan başka her şeyin esaretinden kurtulmasını, yaratılmışların efendisi olma özelliğini korumasını arzu etmektedir. Bunun bir yolu da zenginin her sene malının zekâtını vererek hem Allah’ın emrine boyun eğmesi hem de dünya malının kendisine geçici bir süre için tevdi edilmiş bir emanet olduğunun bilincine varmasıdır.
İyiliğin değerini düşürür
Zekât, Allah’ın verdiği nimetlere şükürdür. Namaz, oruç gibi bedenî ibadetler, Allah’ın ihsan ettiği vücut sıhhat ve selâmetinin şükrüdür. Başta zekât olmak üzere yapılan gönüllü malî ödemeler de mal nimetinin şükrüdür.
Zekât sayesinde zenginle fakir arasında güven, saygı ve sevgi oluşur. Zengin zekâtını verirken fakiri incitmemek için âzami titizliği gösterir. Çünkü Kuran bu şekilde muamele edenleri övmüş, iyilik yapıp da bunu insanların başına kakmanın yapılan iyiliğin, değerlerini düşürdüğünü haber vermiştir.
Peygamberimizin nezaketi
Yeni Müslüman olduğu için namazda konuşulmaması gerektiğini bilmeyen Muâviye b. Hakem, bir gün cemaatle namaz kılındığı sırada aksıran birine, “Yerhamükallah” (Allah sana rahmet etsin) deyiverdi. Bu yersiz konuşmasından ötürü herkes ona sert sert baktı. Muaviye, “Eyvah, mahvoldum! Ne bakıyorsunuz yahu, ben ne yaptım?” deyince bu defa namaz kılanlar, onu susturmak için elleriyle uyluklarına vurmaya başladılar.
Muâviye, oradakilerin kendisini susturmak istediklerini anlayınca susar ve bu işin sonunu beklemeye başlar. Hadisenin devamını şöyle anlatır: “Anam, babam Rasûlullah’a feda olsun! Ne ondan önce ne de sonra Peygamber (a.s) kadar güzel öğreten bir öğretmen gördüm. Vallahi beni ne azarladı ne dövdü ne de sövdü. Namaz bitince sadece şunları söyledi: “Bu namazda insan kelamı konuşulmaz. Namaz ancak tesbih, tekbir ve Kuran okumaktır.” (Müslim, Mesâcid, 33; Ebû Dâvûd, Salât, 166-167.)
Hz. Muhammed’den bir hatıra
Zeyd b. Sabit anlatıyor: “Resülullah (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra Ebû Eyyûb’un evinde misafir iken, evine ilk giren hediye, benim götürdüğüm ve içinde ekmek, tereyağı ve süt bulunan tirit kabı idi. “Ya Resülallah! Bu kabı annem gönderdi.” dedim. O da, “Allah bunu senin için bereketli eylesin” buyurdu ve ashabını çağırdı; yemeği birlikte yediler. Daha kapıya yönelmeden, Sa’d b. Ubade’nin kabı içeri getirildi. Allah Resûlü’nün orada kaldığı yedi ay boyunca her gece üç dört kişi kapısında bekler, ona ikram edilmek üzere nöbetleşe yemek taşırlardı...” (İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 237)
Hz. Sevde VALİDEMİZ
Hz. Sevde Peygamber Efendimiz’in Hz. Hatice’nin vefatından sonra evlendiği ikinci eşidir. Ayrıca İslâm’ı ilk kabul eden hanımlardandır. Çok fedakâr, cömert, iyi niyetli, yumuşak huylu bir yapıya sahipti. Rasûlullah ile Hz. Sevde peygamberliğin onuncu yılında evlendiler. Sevde validemiz Hz. Hatice vefat ettiğinde yaşları küçük olan Ümmü Gülsûm ile Fâtıma’ya annelik etti. Resûl-i Ekrem’e, vefatından sonra kendisine ilk önce hangi hanımının kavuşacağının sorulması üzerine onun “eli en uzun olan” (en cömert olan) diye cevap verdiği ve bununla Sevde’yi kastettiği Hz. Âişe tarafından rivayet edilmiştir (Buhârî, “Zekât”, 11).
Kuran’dan bir dua
Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahrette de iyilik ve güzellik ver. Ve bizi cehennem azabından koru (el-Bakara 2/201).
İki soru iki cevap
- Oruç tutmayan kişi teravih kılabilir mi?
Teravih namazı orucun değil, vaktin sünnetidir. Bu nedenle hasta ve yolcular gibi oruç tutmak zorunda olmayanlar için de teravih namazı kılmak sünnettir.
- Kandil gecelerinde özel bir namaz var mıdır?
Kandil gecelerine ait özel bir namaz yoktur. Fakat bu geceleri, kaza namazı veya nafile namaz kılarak, Kur’an okuyarak, tevbe ederek ve diğer ibadetlerle değerlendirmek uygun olur.
?
Bir hadis
“Allah için sizden bir şey isteyene verin, sizi davet edene icabet edin, size hediye verene karşılık verin. Karşılık verecek bir şey bulamazsanız, onun için dua edin” (İbn Hanbel, 11, 96)
?
Bir ayet
“Rabbinin adını an ve sadece O’na yönel. O doğunun da batının da Rabbi’dir. O’ndan başka ilah yoktur. Sen de kendine O’nu vekil edin.” (Müzemmil 73/8-9)
?
İftar duası
“Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttuk, senin verdiğin rızıkla orucumuzu açtık, bizden kabul buyur; çünkü sen her şeyi işiten ve bilensin.”
?
Pertevniyal Valide Sultan Camii
İstanbul Aksaray’da bulunan Pertevniyal Valide Sultan Camii, Sultan II. Mahmut’un zevcesi ve Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından 1871 yılında yaptırılmıştır.
Caminin tasarımı Mimar Sarkis Balyan’a aittir. (Bazı kayıtlarda İtalyan mimar Monteni’ye yaptırıldığı belirtilmektedir. Üslubu ise Çırağan sarayında olduğu gibi Gotik üslubundan Hint mimarisine kadar Türk mimari üslubu da dahil olmak üzere çeşitli mimari üslupların karışımından meydana gelmiştir.
Kubbe, duvarların üstündeki 16 vecihli ve pencereli, yüksek bir kasnağa oturtulmuştur. Kuzeyindeki hünkar dairesi ve bununla bağlantılı bir mahfil yer almakta, caminin görümüne hakim olmaktadır.
Kare planlı bu caminin dört köşesinde Hint mimarisini andıran birer kule bulunmaktadır. Mihrabı sade, mukarnas dolgulu ve yedi sıra şarkıtlı olup mermerdendir. Aynı sadelikte mermer minberin yan tarafında istiridye motifi görülmektedir.
Kürsüsü sekiz köşeli ve oymalı olup mermerdir. İç alanı 1000 m2, avlu ve bahçesinin alanı ise 3 bin m2’dir. Caminin avlusuna doğu, batı ve güney olmak üzere üç kapıdan girilmektedir.
Mezarlığı, musalla taşı ve son cemaat yeri bulunan bu caminin pencereleri ile kubbe arasındaki kasnağında “Mülk Suresi” kabartmalı bir şekilde yazılmıştır. Abdest alma yerleri, tuvaleti, musalla taşı ve meşrutaları yeterlidir.