20.05.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Ana babalarına itaati, Allah’ın rızasına giden bir yol bilirler. Onlardan bıkmaz usanmazlar. Kimseyi onlara tercih etmezler. Ana babalarının dualarına kendilerini muhtaç hissederler. Yemezler, onları yedirirler, uyumazlar, onları uyuturlar. Onlar yaşlandıkça sabırları artar, şevkleri coşar. Onların rızasını hiçbir şeyle değişmezler.
Gösterişe kaçmazlar
Emrettikleri şey, Allah’a isyan olmadığı sürece onlara itaat ederler. Onlardan mal sakınmazlar. Yediklerinin içtiklerinin hesabını sormazlar. Onların yakınlarını ihmal etmezler. Hem hayatlarında hem de öldükten sonra dualar ederler. Onlar adına sadakalar verir, hayır hasenat yaparlar.
‘Allah temizdir, temizi sever’ ilkesinden hareketle kılık kıyafetlerinin temiz ve bakımlı olmasına özen gösterirler. İsraf ve gösterişe kaçmazlar. Kimseye kin beslemezler. İnsanları yaratandan ötürü sever, sayarlar. Kapıyı vurmalarından, oturup kalkmalarına kadar bütün işlerinde naziktirler. İncitmezler. Kaba saba davranmazlar. Selam verir, selam alırlar. Misafir olur, misafir ağırlarlar. Komşuluğu bir kulluk imtihanı olarak görürler. Affedicidirler. Gerektiğinde helallik ister, özür diler, hoş görürler. Paylaşmayı severler. Ümitvardırlar. Namazından ecir bekledikleri gibi güzel ahlâklarından ötürü de cenneti umarlar. Riyakâr davranmazlar. Asla alaycı değildirler.
Ölçülü konuşurlar
Dillerinin, kulaklarının ve gözlerinin bekçisidirler. Dillerini zikir ve şükürle canlı tutarlar. Asla gıybet ve laf taşıma gibi dil afetlerine bulaşmazlar. Konuştuklarının ve dinlediklerini hesabını vereceklerini bilir, ona göre ölçülü konuşurlar. Kendi ayıplarıyla meşgul olmaktan başkalarının ayıplarına vakit bulamazlar. Asla kibirlenmezler. Suyu ve ekmeği israf etmekten kaçındıkları gibi vakit israfından da kaçınırlar. Ashab-ı kiramın hayatını öğrenmeye önem
verirler. Dünyayı elde etmek için ahireti ihmal etmedikleri gibi ahiretin hesabına dünyayı da perişan etmezler.
İbadetlerde ‘olmazsa olmaz’ iki ilkeleri vardır: İhlâs ve Peygamber aleyhisselamm sünnetine uygunluk. Namazlarını vaktinde, huşu içinde cemaatle kılarlar. Bir vakit namazın dahi kaçmasına dayanamazlar. Namazlarından sonra dua ve tesbihatı ihmal etmezler. Sünnet namazları kaçmaması gereken fırsatlar olarak bilir ve korurlar.
Daha cömert olurlar
Nafilelerde ölçüleri, ‘sürekli olan’dır. Ramazanı adeta iple çekerler. Orucun manevi virüslerinden kaçınırlar. Ramazanda Kuran okur, dinler, tefekkür ederler. Peygamber aleyhisselama benzemek için daha da cömert olurlar. Dua eder, yalvarır yakarırlar. Kul hakkından yılandan kaçar gibi kaçarlar. Haramları zehir bilir, şüphelilerden uzak dururlar. Kimlerle oturup kalktıklarına dikkat ederler. Allah’a karşı saygılı olanlarla oturur kalkar, onlarla yer içerler.
Dostlarının kıymetini bilirler. Onlar hakkında suç dosyaları açmazlar. Gerektiğinde onları bağışlarlar. Dünyalık bir menfaat için kadim dostlukları bozmazlar. Ticaretlerinde üç kuruşluk menfaat için insanları kandırmazlar. Akrabalık hakkının korunmasını Allah’ın emri olarak bilirler. Korkuyla umut arasındadırlar. Öncelikli olarak haramlardan kaçıp, farzları eksiksiz eda ederler. Kimseye haset etmezler. Ellerindeki nimetlere şükrederler. Dara düşmeye görsünler, hemen Rablerine sığınırlar. ‘O ne güzel Mevlâ, O ne güzel yardımcıdır’ der ve rahat ederler.
İslam’da ilk mescitler
Hz. Ebu Bekir’in Mekke’deki evinin bahçesinde kendisi için yaptığı küçük mescit, özel olmakla beraber bir Müslüman tarafından inşa edilen ilk mesciddir. Yanık sesiyle Kuran okuyan Hz. Ebu Bekir, müşrik çocuk ve kadınlarının İslam’a sempati duymasına vesile oluyor, bu da müşriklerin tepkisini çekiyordu. Hz. Peygamber’in hicretinden önce Medine’de Müslümanlar mescide ihtiyaç duydular. Es‘ad b. Zürâre, Mescid-i Nebevî’nin yapıldığı arazideki bir hurma kurutma yerinin etrafını duvarla çevirerek mescit haline getirmişti. Hicretten önce burada cuma namazı da kılınmıştır. Hz. Peygamber hicret sırasında Medine yakınlarındaki Kubâ’da bir mescit inşa ettirdi.
Hz. Peygamber Kubâ’dan Medine’ye doğru giderken devesinin çöktüğü yeri iki yetimden satın alarak Mescid-i Nebevî’yi yaptırdı. (Buhârî, “Menâkıbü’l-ensâr”, 45).
İzmir Hisar Camii
Hisar Camii, 1592 yılında Yakup Bey tarafından yaptırılmıştır. İzmir’in en büyük ve gösterişli camisidir. Merkezi bir kubbe ve bunun etrafında yer alan küçük kubbelerle örtülü bir harim mekânı (ibadet edilen asıl mekân) ile kubbeli bir son cemaat yerinden oluşmaktadır.
Cami, yenilenen minaresi ile klasik dönem Osmanlı camilerinin tipik özelliklerini taşımaktadır. Cami içindeki kalem işi süslemeleri, hat sanatının inceliklerinin sergilendiği panolar ve mihrap-minber işçiliği Türk sanat zevkinin en iyi örneklerindendir. Cami 1813, 1881, 1927 ve 1980’li yıllarda onarım görmüştür.
Hisar Camii, Kemeraltı’nda, Kızlarağası Hanı’nın hemen bitişiğinde bulunmaktadır. Bu yapı için bazı kaynaklarda Latin kilisesinden camiye çevrildiği bazı kaynaklarda ise Aydınoğlu Özdemiroğlu (Molla) Yakup Bey tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Bu kaynaklar, yapının Timur tarafından 1402 yılında yıktırıldığından da bahsetmektedir.
Kesme taşlardan ve moloz taştan inşa edilen caminin içi, Osmanlı süsleme sanatının en güzel örneklerini sergilemektedir. Minaresi tek şerefeli olan Hisar Cami’nin ortasında büyük hacimli bir kubbe bulunmaktadır. Kare planlı olan yapı üzeri sekiz fil ayağı üzerine oturan merkezi bir kubbe ve onu destekleyen altı kubbe ile örtülüdür. Yanlarında ise üçer büyük, daha geride üç küçük ve son cemaat yerinde de 7 tane küçük kubbesi yer alır. Sütun başlıkları ve diğer süslemeleri günümüze kadar en orijinal haliyle gelmiştir.
Abdullah b. Amr (ra.) anlatıyor: “Peygamberimiz evimizde bulunduğu bir günde annem beni yatıştırmak için, “Yavrum, gel sana bir şey vereceğim” diye beni çağırdı.
Peygamberimiz anneme, “Çocuğa ne vermek istedin?” diye sordu. Annem, “Hurma vermek istedim” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Eğer bir şey vermeseydin (de çocuğu aldatmış olsaydın) sana bir yalan günahı yazılırdı” uyarısında bulundu. (Ebu Davud, Edeb, 88).
Akrabaya iyilik yapmanın değeri
Peygamberimiz hayır yapmak isteyen kimselere akrabalarını hatırlatarak bunun Allah’ı daha çok memnun edeceğini bildirirdi. Enes (ra.) anlatıyor: Ebu Talha (adındaki sahabi) Medine’deki ansarın en zenginlerindendi. En sevdiği mal da Peygamberimizin mescidinin karşısındaki Beyreha denilen bahçesi idi. Peygamberimiz zaman zaman o bahçeye girer ve suyundan içerdi. Ebu Talha, “En sevdiğiniz maldan sadaka vermedikçe iyiliğe eremezsiniz” (Al-i İmrân, 3/92) meâlindeki ayet-i kerime nazil olunca, kalkıp Peygamberimize geldi:
Ey Allah’ın Resulü, en sevdiğim mal, Beyreha adındaki hurmalıktır. Onu Allah rızası için sadaka ettim. Allah katında onun hayrını ve ahiret azığı olmasını umuyorum. Ey Allah’ın Resulü, Allah sana nasıl ilham ederse öyle yap, dedi.
Peygamberimiz, “İyi yaptın, senin için kârlı bir maldır. Ben onu akrabana vermeni uygun görüyorum” buyurdu. Ebu Talha, “Uygun gördüğün gibi yapayım, ey Allah’ın elçisi” dedi ve bahçeyi akrabasıyla amca çocukları
arasında taksim etti. (Buhari, Zekat, 44).