06.08.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Ege DÜNDAR / Mikrofon - ege.dundar@milliyet.com.tr
Geçen pazar, daha önce izlemiş olmama rağmen Roger Waters’ın “The Wall” albümüyle İstanbul Teknik Üniversitesi’ne geldiğini duyduğumda her bir işi bırakıp, ucuz uçak bileti kapıp, atlayıp geldim İstanbul’a.
Stadyuma gitmek için metroya bindiğimde kalbim güm güm atıyordu. Konsere gidenler diğerlerinden bir bakışta ayırt ediliyordu. O fırtına öncesi sessizlikte sanki bir yeraltı örgütünün gizli üyeleriydik. Tek tek birbirimizin Pink Floyd t-shirtlerine bakıyor, başımızı hafifçe öne eğerek onaylıyor, gülümsüyorduk. “Tamam, sen de bizdensin” der gibi...
Ayazağ’da indik ve bir eyleme gider gibi sessiz ama kararlı yürümeye başladık. Her adımda daha da hızlanıyordum. Koşar hale geldiğimde kapıdaydım.
Doğu tribünün merdivenlerini hızla çıktım ve o dev duvar karşıladı beni.
Biraz bekledik, 20.45’te ışıklar karardı ve Waters’ın 21.00’de sahneye çıkışıyla “Bizi en az 1-2 saat bekletir” diyenler yanıldılar. Gösteri, Spartaküs filminin o ünlü sözlerinin yankılanışıyla başladı. “İmparatorun gözünde köleydiniz ve daima köle kalacaksınız! Ama Spartaküs’ün hanginiz olduğunu söylerseniz, hayatınızı bağışlayacağız!” Bu sözü, bana küçüklüğümün Karamurat filmlerini hatırlatan bağrışmalar izledi, stadın dört bir yanındaki hoparlörlerden onlarca kez “Spartaküs benim!” haykırışı duyuldu.
Ardından konser havai fişekler eşliğinde ilk şarkıyla (In the Flesh) başladı. Ondan sonraki 2 saat boyunca bir duygu seli içindeydim.
Another Brick in the Wall (part 2) parçası bana eski matematik derslerimi hatırlattı. Hocanın konuya yeteneksizliğim sebebiyle bana “Sen böyle hiçbir alanda başarılı olamayacaksın” diye bağrışını, ve benim elimdeki kalemi sıkarken ileride alacağım herhangi bir ödülü o hocama adayacağıma ant içişimi anımsadım. İşte o hınçla içimde bir isyan duygusu yeşerdi. 20 metrelik dev kukla öğretmen çıkınca ben de ayağa fırladım ve “Hey öğretmenler! Çocukları yalnız bırakın!” diye haykırarak çocuk korosuna eşlik ettim.
Matematik hocamı hatırlattı
Waters çıkıp Türkçe bir konuşmayla konseri eylemlerde ölenlere adadı, sahneye Gezi’ye hayatlarını verenlerin resimleri yansıtıldı. Stadyum sloganlarla inledi. Gözyaşlarımı tutamadım...
‘Confortably Numb’ın o can alıcı solosunda gözlerimi kapatıp hayallere, düşüncelere daldım... “Korkunun duvarlar örüşüne” tanıklık ettim, faşizme, kapitalizmin sömürülerine, son yüzyılda televizyonla, internetle büyüyen iletişim kopukluğuna öfke duydum.
Arkamda oturan yaklaşık 50 yaşlarında bir kadın ve 10-12 yaşlarındaki oğlunun parçaları ortak bir coşkuyla söylemeleri yalnızca 1979 yılında yapılan bu albümün zamanın etkisine karşı direndiğinin değil, tarihin tekerrürden ibaret olduğunun da kanıtıydı.
Işıklar açıldığında koltuğa oturup kaldık. Sahnede koca bir duvar yıkılsa bile nicesi bizi çepeçevre sarmıştı. Ama umutsuz değildik, artık yıkılabilir olduklarını biliyorduk.