04.05.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
MERT İNAN
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, 4 Mayıs 1992’de, “Televizyon ve radyodan Kürtçe yayın yapılmasına komutanlar sıcak bakıyor” açıklaması, o dönem hem siyaset dünyasında, hem de TSK’da adeta bomba etkisi yarattı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, aynı gün Özal’ın sözlerini, “Hiç kimse Milli Güvenlik Kurulu’nda konuşulanları açıklayamaz, tutanaklarla ilgili bilgi veremez” serzenişiyle yanıtlarken, Başbakan Süleyman Demirel ise, Cumhurbaşkanına “Devleti tartışır hale getirmenin anlamı yok” eleştirisini yöneltti. Turgut Özal’ın bu sözleri söyledikten 11 ay sonra kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirmesi sonrası bazı çevreler, Kürt meselesine siyasal çözüm söyleminden dolayı Özal’ın suikaste kurban gittiğini iddia etti.
Kürt Raporu
Merhum Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal, takvimler PKK terörünün tırmanışa geçtiği 90’ların başında terörün şiddetle çözülmeyeceğini söyleyerek, ‘siyasi çözüm’ şeklinde söylemlerle ortam yokluyordu. Özal, 1992’nin Ocak ayında Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kaya Toperi ve başyaver kurmay Albay Arslan Güner’e 10 sayfalık bir Kürt raporu hazırlattı. Raporda, “Karşılaştığımız sorunun basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikardır” deniliyor, Kürtlere talep ettikleri demokratik hakların sağlanmasının mühim olduğuna dikkat çekiliyordu.
Çankaya’daki görüşme
Cumhurbaşkanı Özal, Mart’ın ilk haftasında Çankaya Köşkü’nde DEP milletvekilleri Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Orhan Doğan’la görüşürken, Sakık Özal’ın bu görüşmede “Genel af çıkarıp sorunu kökünden çözeceğim” dediğini öne sürmüştü. Cumhurbaşkanı Özal, Kaya Toperi ve Arslan Güner’in hazırladığı rapordaki tespitleri 13 Mart 1992 tarihli MGK’da gündeme getirirken, genel af da dâhil olmak üzere siyasi sosyal çözümlere değiniyordu. Ancak Özal’ın Kürt sorununa yönelik yaklaşımı siyaset dünyası ve karargâhta tepkiyle karşılandı.
Terör azdı
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, terör örgütü PKK, 1992 Nevruz’unda kitlesel ayaklanma çağrısında bulundu. Sivilleri kalkan olarak kullanan terör örgütünün ayaklanma girişiminde birçok vatandaş yaşamını kaybetti. Tüm bunlar olup biterken Özal, bir yandan da sağlık sorunlarıyla uğraşıyordu. Takvimler 4 Mayıs 1992’yi gösterdiğinde Cumhurbaşkanı Özal’ın “Televizyon ve radyodan Kürtçe yayın yapılmasına komutanlar sıcak bakıyor” açıklaması, karargâhta adeta bomba etkisi yarattı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in serzenişinin ardından askerlerle Özal arasındaki ipler koptu. Toplumsal tepkilere rağmen geri adım atmayan Özal, Mayıs ayında ANAP milletvekili Adnan Kahveci’yi yeni bir rapor hazırlaması için görevlendirdi.
İkinci rapor
Kahveci, Güneydoğu’da bir süre inceleme yaptıktan sonra “Kürt sorunu nasıl çözülmez” başlıklı bir rapor kaleme aldı. Mayıs 1992’de Özal’a sunulan raporda: “Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek, Kürtler’in siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye’de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır” ifadeleri yer alıyordu. Ancak terör örgütü PKK’nın 1992’den itibaren şiddet eylemleri yeniden artmaya başlamıştı. Şehit haberleri ülke genelinde tepkilere neden oluyordu. Kahveci’nin raporu 27 Ağustos 1992 tarihli MGK toplantısında tartışıldı. Özal, GAP televizyonundan Kürtçe yayın yapılmasını istedi. Artan PKK eylemlerine karşı Ekim 1992’de Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Iraklı peşmergelerle birlikte büyük Hakurk operasyonunu başlattı.
Peşmergelerle ilk
Bu peşmergeler ile yapılan ilk ortak harekâttı. Özal, 4 Mayıs’taki açıklamalardan sonra geçen sürede yaşanan gelişmeler nedeniyle yalnız kalmıştı. Ancak ölümünden 2 ay önce Şubat 1993’te Demirel’e Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerileri içeren bir mektup gönderdi. Mektupta sorunun çözümüne yönelik siyasi ve sosyal öneriler sıralanıyordu. Bu mektuptan 1 ay sonra terör örgütü 23 Mart 1993’te tek taraflı ateşkes kararı aldı. Bu gelişme birçok çevrede siyasal çözüm için harekete geçileceği düşüncesini ortaya çıkartırken, 17 Nisan 1993 günü 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi. Özal’ın ardından Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını açıkladı. 16 Mayıs 1993’de TBMM’de yapılan 3. tur oylama sonucunda DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi. 24 Mayıs 1993’de Bakanlar Kurulu’nun af gündemiyle toplanmasından 1 gün önce Bingöl’de terhis olan 33 askerin şehit edilmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Bu saldırının ardından Özal’ın yaklaşım modeli yerine terörle top yekûn mücadele dönemi başladı. Özal 4 Mayıs 1992’de gündeme getirdiği ‘Kürtçe TV’ önerisi ise 16 yıl sonra devlet eliyle gerçekleştirildi. TRT Kurdi, 25 Aralık 2008’de test yayınına başlarken, Kanal, 1 Ocak 2009’da Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’na bağlı olarak normal yayınına geçti.
SURLAR YIKILIYOR
İstanbul’un en değerli kültürel miraslarından surlar 4 Mayıs 1973’de büyük bir vandallığın kurbanı oldu. Çevreyolu yapımı için Edirnekapı’daki tarihi surların yıkımına başlanırken, Bizans’tan kalan eserler göz göre göre yok oluyordu. Karayolları ekipleri kazma ve kürekle surları yıkmaya çalışırken, arkeoloji uzmanları da ‘Tarihi eserlere hiç mi saygı gösterilmeyecek’ diyerek, yıkımın önlenmesini çalışıyordu. Çevre yolunun surların altından bir tünel kazılarak geçmesi ve tarihi yapıtlara ziyan verilmemesini teklif eden Arkeoloji Müzesi yetkilileri ise surların altında Bizans ve eski Roma mezarları bulunduğunu belirterek ilgilileri uyarmıştı.
JANDARMA GENEL KOMUTANINI KAÇIRMA GİRİŞİMİ
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmelerini önlemek isteyen dört kişi 4 Mayıs 1972 günü Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken’i kaçırmak istedi. Polis eyleme müdahale edince çıkan çatışmada Orgeneral Eken ayağından yaralandı. Eylemcilerden üçü kaçmayı başarırken Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi Niyazi Yıldızhan ise olay yerinde öldürüldü. Olayın ardından Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, “Akıtılan şerefli kanların hesabı sorulacak” açıklamasında bulunmuştu.
Deniz Kuvvetleri adına ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nde okurken Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Sinan Cemgil ile birlikte aynı örgütlenmede yer alan ve kaçırma eylemine katılan Hasan Ataol ise, yıllar sonra yaptığı açıklamada, şunları söyleyecekti: “2 Mayıs günü artık her şeyin bittiğini, Denizlerin idamının kesin olduğunu öğrendim. Artık yapabilecek bir tek şey vardı. Birisini bulup Denizlerle değiş tokuş etmek. Böyle bir kişi bir bakan veya bir milletvekili olamazdı. Amerika gibi büyük devletlerin büyükelçisi etkili olabilirdi. Ama onların yanına yaklaşmak mümkün değildi. Öyle ya da böyle etkili olabilecek birisini bulmamız gerekiyordu. Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken özel olarak seçilmiş biri değildi. Ancak yanına yaklaşabileceğimiz tek etkili kişi oydu. Çünkü diğer kuvvet komutanları Köşk’ün içinde kalıyordu. Bunun sonucunda Kemalettin Eken üzerinde karar kıldık. Biz, kaçıracak yerimiz olmadığı için generali kendi evinde rehin alıp etrafımızın güvenlik kuvvetleri tarafından sarılmasını ve böylece pazarlık yapmayı istiyorduk. Ancak olaylar beklediğimiz gibi gelişmedi ve ben olay yerinden yaralı olarak kaçtım. Ayrıca, olay günü elimde bulunan silahın nasıl kullanılacağını da bilmiyordum. Sonradan Filistin’e kaçtığımda nasıl kullanıldığını öğrenecektim. İki gün sonra, yani 6 Mayıs günü arkadaşlarımın idam edildiğini öğrendiğimde, bir yandan yaralı olduğum için yediğim iğnelerin etkisiyle, bir yandan da kendi açımdan elimden geleni yapmaya çalıştığım düşüncesiyle, gözyaşları içinde sevgili arkadaşlarım Deniz, Yusuf ve Hüseyin ‘Sizleri kurtarmaya çalıştım ama beceremedim’ dedim. Bizim onları kurtarma girişimimiz o dönemde gazetelerde ‘suikast’ diye yansıtıldı. Oysa bizim eylem girişiminde bulunduğumuz 4 Mayıs günü Denizler hâlâ sağdı. İdamları kesindi ve yapılabilecek başka hiçbir şey yoktu. Ayrıca, Denizler sağ iken generalin öldürülmesi bizim işimize yaramazdı. General sağ olmalıydı ki değiş tokuş edebilelim. Bu, generalin kendisinin mahkeme ifadesiyle de sabittir.”