GündemMustafa’dan Atatürk’e...

Mustafa’dan Atatürk’e...

10.11.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bugün vefatının 81. yılı. Milletin gönlünde çok özel bir yerde olan Atatürk’ün yaşamı çetin mücadeleler içinde geçti...

Mustafa’dan Atatürk’e...

1881 yılında Selanik’te doğduğunda adı Mustafa konulan Türk milletinin önderi, 1893’te Mustafa Kemal adını, 1916’da Mustafa Kemal Paşa rütbesini, 1921’de Gazi Mustafa Kemal unvanını ve 1934’te Atatürk soyadını aldı. Atatürk’ün kısa yaşam hikâyesi şöyle:

Haberin Devamı

1881 yılında Selânik’te Kocakasım Mahallesi’ndeki Islâhhâne Caddesi’ndeki üç katlı evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi’nin soyu, Makedonya’ya yerleştirilmiş Karaman bölgesinin Kocacık Yörüklerinden geliyordu. Annesi Zübeyde Hanım’ın kökeni ise Langaza Türklerine dayanıyordu. Evkaf kâtipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım, 1871 yılında evlendi. Zübeyde Hanım; uzun boylu, sarı saçlı, mavi gözlü çok güzel bir genç kızdı. Zübeyde Hanım’ın 1872’de ilk kızı Fatma dünyaya geldi. Fatma’yı üç yaşında iken kaybetti. 1874’te Ahmet’i, 1875’te Ömer’i, 1881’de de Mustafa’yı doğurdu. Mustafa daha iki yaşında iken Zübeyde Hanım, iki oğlu Ahmet ile Ömer’i kuşpalazı hastalığından yitirdi. Kader, üç çocuğunu küçük yaşta elinden almış geriye sadece Mustafa’sı kalmıştı. 1885’te Makbule’yi, 1889’da Naciye’yi doğurdu. Artık bir oğlu ve iki kızı vardı.

Haberin Devamı

Mustafa’dan Atatürk’e...

7 yaşında yetim kaldı

Eşi Ali Rıza Efendi, gümrük memurluğundan sonra kereste ticaretine başlamıştı. Ancak dağlarda hakimiyet kuran Rum çetelerinin estirdiği terör nedeniyle işlerini yürütemedi. Derdinden yataklara düştü ve vefat etti. Mustafa Kemal, daha 7 yaşında babasını kaybetmiş ve yetim kalmıştı. Zübeyde Hanım oğlu Mustafa ve iki kızı ile yalnız kalmıştı. Bir süre Langaza’da kardeşinin çiftliğinde yaşadı. Hayatta kalan tek oğlu Mustafa, zeki bir çocuktu, öğrenme konusunda çok tutkuluydu. Zübeyde Hanım, Langaza’da küçük oğlunu, önce bir hocanın yanına gönderdi. Ancak bu geleneksel eğitim zeki Mustafa’yı tatmin etmiyordu. Annesi bunun üzerine onu Selanik’te halası Emine Hanım’ın yanına bıraktı. Zübeyde Hanım’ın Selanik’te daha önce yaşadığı büyük evin masrafları ağırdı, bu nedenle aynı sokakta daha küçük bir eve taşındı. Daha önce iki oğlu ve bir kızı kaybederek evlat acısı yaşayan Zübeyde Hanım, 1901’de de küçük kızı Naciye’yi kaybetti. 6 çocuktan geride sadece Mustafa ile Makbule kaldı.

Atatürk, yıllar sonra kardeşleriyle ilgili olarak, “Kardeşlerim arasında en sevdiğim Naciye’ydi. Ben Harbiye’ye giderken kitaplarımı istemişti. Annemden onu okutmasını istemiştim. Ne ablam Fatma’yı, ne ağabeylerim Ahmet ve Ömer’i hatırlayamıyorum. Son ikisi aynı yıl 1883’te ben iki yaşında iken ölmüşler. Naciye, annem gibi sarışın, mavi gözlü, duru beyaz tenli idi. Tipik bir Yörük kızıydı. Makbule’ye hiç benzemezdi” diyecekti.

Haberin Devamı

‘Doğum tarihini bilmezdi’

Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk adlı kitabında, şunları anlatır:

“Atatürk’ün doğduğu ay ve gününe dair kesin bir bilgi yoktur sanırım. Bir gün anacağı Zübeyde Hanım’a sorduğum zaman:

- Babası Ali Rıza Efendi, Paşamın doğumunu evimizdeki Kuran-ı Kerimden birine kaydetmişti. Fakat zevcim vefat ettiği zaman başucunda yalnız bir Kuran-ı Kerim vardı ve onda da hiç bir yazı yoktu. Belki de kayıtlı Kelam-ı Kadimi devam ettiği camideki hocalardan birine hediye etmiş olacak. Cevabını almıştım. Doğum tarihini Atatürk de bilmezdi.”

‘Kendimi yalnız hissettim’

Mustafa Kemal, yıllar sonra arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a şöyle diyecekti:

“Babamın vefatı, bizi ayakta tutan kuvvetli bir desteğin yıkılması gibi bir şey oldu. Adeta kendimi yalnız hissettim. Dayım bize çok iyi davrandı. Acımızı unutturabilmek için gayret gösterdi. Çiftlik hayatına karıştım. Tarla bekçiliği yaptığım da oldu. Makbule ile beraber bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovalamakla uğraştığımızı hiç unutmam. Dayım Hüseyin Ağa, bu gibi vazifeleri sırf biz meşgul olalım diye buluyordu.”

Haberin Devamı

Mustafa Kemal Atatürk, 10 Ocak 1922’de Vakit gazetesinde yayımlanan mülakatta ise çocukluk dönemiyle ilgili şunları anlatır:

‘Adın Mustafa Kemal olsun’

“Yakınımızda Binbaşı Kadri Bey isminde bir kişi oturuyordu. Oğlu Ahmet Bey askerî ortaokula devam ediyor ve okul giysisi giyiyordu. Onu gördükçe ben de böyle giysi giymeye hevesleniyordum. Sonra sokaklarda subaylar görüyordum. Bu aşamaya ulaşmak için izlenmesi gereken yolun askerî ortaokula girmek olduğunu anlıyordum. O sırada annem Selanik’e gelmişti. Askerî ortaokula girmek istediğimi söyledim. Annem askerlikten çekiniyordu. Asker olmama zorla engel olmaya çalışıyordu. Kabul sınavı zamanı ona sezdirmeden kendi kendime askerî ortaokula giderek sınav verdim. Böylece anneme karşı oldubitti olmuş oldu. Öğretmenimin ismi Mustafa idi. Bir gün bana dedi ki; ‘Oğlum, senin de ismin Mustafa benim de. Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı, bundan sonra adın Mustafa Kemal olsun.’ O zamandan beri adım gerçekten Mustafa Kemal kaldı.”

Haberin Devamı

Mustafa’dan Atatürk’e...

3 ay zindanda yattı

Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesi’nden 1896 yılında 15 yaşında mezun oldu. Bu sırada annesi Zübeyde Hanım, Larisa’dan Selanik’e göç eden Reji İdaresi memurlarından Ragıp Bey ile evlenmişti. Atatürk’ün çocukluk arkadaşı milletvekili Mehmet Somer, “Ragıp Bey içgüveysi olarak eve gelir gelmez. Mustafa Kemal münfail (gücenme) oldu. Evi terk ederek Horhorsu Mahallesi’nde oturan öz halası Emine Hanım’ın yanına gitti ve Manastır Askeri İdadisi’ne gidinceye kadar da anasının evine nadiren uğradı” diye o dönemi anlatacaktı. Atatürk, Cumhurbaşkanı olduktan sonra Ragıp Bey için yakın çevresine, “Bana karşı çok saygılı davranmış, büyük adam muamelesi etmiştir. Nazik ve kibar bir insandı” diyecekti.

Manastır Askeri İdadisi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Harp Okulu’ndaki eğitimi başladı. 1905’te yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.

Bu dönemde jurnal ağına takılarak, 3 ay zindanda yattı. Subaylıkta ilk görev yeri 5. Ordu’nun karargâhının bulunduğu Şam oldu. 1907’de memleketi Selanik’in yakınındaki Manastır’da bulunan 3. Ordu’ya atandı. 19 Nisan 1909’da isyanı bastırmak için İstanbul’a giden Hareket Ordusu’nun kurmay başkanıydı.

Selanik’ten ayrılırken ağladı

Mustafa Kemal, İtalya’nın Libya işgali üzerine Trablus’a direnişi örgütlemek için gitmeye hazırlanıyordu. Ali Fuat ile akşam üstü Selanik’te Beyazkule’nin bahçesine oturdular. Mustafa Kemal, o akşam çok mahzundu ve ağlayacaktı. Ali Fuat Cebesoy, o anı şöyle anlatır:

- ‘Sen de bir şey var’ dedim, ‘Ne oldu?’

- ‘Bir şey yok’ dedi. ‘Fakat müteessirim. Doğup büyüdüğüm Selanik acaba Türkler elinde kalacak mı? Ben eğer Trablus’tan dönersem, yine buralara gelebilecek miyim?’

- Ne demek istiyorsun?

- Gözleri nemlendi.

- ‘Korkuyorum Fuat, korkuyorum.’

Gazeteci kılığında gitti

Mustafa Kemal, 1911 yılında Gazeteci Mustafa Şerif adıyla sahte belge ve pasaportlarla İstanbul’dan yola çıkarak Trablus’a gitti. Burada İtalyan güçlerine karşı başarılı bir direnişi örgütledi. Mısır üzerinden dönüşü sırasında 1912 yılında İskenderiye’de iken Selanik’in düştüğünü öğrendi. Annesi ve kız kardeşi, düşman işgali altındaki Selanik’te idi. Kahrı çok büyüktü. Avusturya ve Romanya üzerinden maceralı bir kara ve deniz yolculuğunun ardından İstanbul’a döndü. Zübeyde Hanım da, kızı Makbule ile birlikte Selanik düşünce İstanbul’a göç edecekti.

Çanakkale geçilmez!

Döndüğü İstanbul, Çatalca’ya kadar ilerleyen Bulgar güçlerinin tehditi altındaydı. Dimetoka ile Edirne’nin geri alındığı savaşlara katıldı. 1913 yılında Sofya Ataşe Militerliği’ne atandı. Sofya’dan döndüğünde İstanbul, bu kez daha büyük bir tehdit altındaydı. Birinci Dünya Savaşı başlamış ve İtilaf Devletleri güçleri, Çanakkale Boğazı’na dayanmıştı. Çanakkale’nin düşmesi, İstanbul’un düşman donanması tarafından işgali demekti. Yarbay rütbesindeki Mustafa Kemal, Çanakkale’de tümenlere komuta edecek ve düşmanı durduracaktı. Türk askerinin kahramanlığı ile Mustafa Kemal’in askeri dehası birleşecek ve tarihe “Çanakkale Geçilmez” diye yazılacaktı.

‘Mustafam kör olmuş’

1 Nisan 1916’da generalliğe terfi etti. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis’in geri alınmasını sağladı. Birinci Dünya Savaşı, geniş bir coğrafyada sürüyordu. Ve Mustafa Kemal Paşa da, bir cepheden ötekine koşuyordu. Filistin Cephesi’nde dağılan Türk ordusunu bugünkü Suriye sınırında derleyip toparladı. Mustafa Kemal, 7. Ordu Komutanı olduğu sırada sarılık hastalığı geçirdi ve Halep’te tedavi altına alındı. İstanbul’da, Mustafa Kemal’in çöl kumu nedeniyle kör olduğu söylentisi yayıldı. Evladının kör olduğu söylentileri kulağına gelen Zübeyde Hanım, yanına evlatlığı Abdürrahim’i alarak kara trenle bir hafta süren yoluculuk yaparak Halep’e gitti. Evladını gördü, sardı, kokladı ve İstanbul’a geri döndü. Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’a döndü. Anne oğul yıllar sonra yeniden birbirine kavuştu. Evde bayram havası vardı. Mustafa Kemal’in gelişi nedeniyle Rumeli börekleri, irmik helvaları hazırlandı. Ancak Mustafa Kemal için işgal altındaki İstanbul’da yaşamak tahammül edilemez bir kahırdı.

Yer sofrasında veda

Samsun’a hareket günü olan 16 Mayıs 1919, cumaya denk gelmişti. Genç Paşa, o gün son resmi görüşmelerinin ardından evine gitti.

15 Mayıs günü İzmir’in işgali başlamıştı. Tarifsiz bir keder içindeydi. 15 Mayıs 1919 akşamında İstanbul’da sadece annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım ile yalnız kalmak istedi. Zübeyde Hanım’ın karyolasının yanında yer sofrası hazırlandı. “Anneciğim. Ben gidiyorum... Buraların da Selanik gibi olmak ihtimali vardır. Ben gittikten sonra yanılıp da sokağa çıkmayın. Benim işim mühim. Bu işte muvaffak olabilmem için huzuru kalple çalışmam lazım… Beni merak ve endişede bırakmayın. Giderken gözüm arkada kalmasın. Elimi, ayağımı bağlamayın. Memleket için çalışırken sizden yana bir üzüntüye duçar olmak istemem” dedi.

Zübeyde Hanım, kalbindeki sıkışıklıkla fenalaştı. Doktor Rasim Ferit Bey çağrıldı. O gece uykusuz geçti. Sabah olduğunda kendisine gelen Zübeyde Hanım, Samsun’a uğurladığı biricik oğlunun ardından kızı Makbule’ye; “Sen asker kardeşisin. Ayıp, ağlanır mı hiç askerin ardından? Üzüntünü kimseye belli etme” diyecekti. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’ta Ordu Müfettişi göreviyle Samsun’a vardı. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından itibaren aynı yıl içinde Erzurum ve Sivas kongreleri toplandı.

Mustafa’dan Atatürk’e...

Direnişin karargâhı

Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkıp direnişi örgütlemeye başlamasından sonra işgal yönetimine boyun eğen İstanbul Hükümeti’nin dönmesi yönündeki baskıları üzerine askerlikten istifa etmişti. Artık sivil bir önderdi. Ankara’ya adım attığında yetkisini, Sivas Kongresi’nde oluşturulan Heyeti Temsiliye’nin Başkanı olmasından alıyordu. Mustafa Kemal, Ankara’da ilk önce Keçiören’deki Ziraat Mektebi’nde karargâhını kurdu. Kasada sadece 48 kuruş vardı. Mustafa Kemal, 1920 yılının ilk aylarında milli mücadele açısından en zorlu günlerini bu mektep binasında geçirdi. Alt katta, karargâhı koruyan muhafız birliği askerleri kalıyordu. Ayrıca şifre odası ve telgrafhaneyle bir de yemekhane vardı. İstanbul’un kışkırttığı isyanların kara gölgesinin iki adım ötede hissedildiği günlerdi. Bazen telgraf tellerinin kesildiği olurdu. Muhafız birliği tetikteydi. Her an baskın olabilirdi. Mustafa Kemal’le birlikte bir avuç kahraman, bu binanın içinde gece gündüz çalışarak, Milli Mücadele’nin örgütlenmesini sağladı. Mektebin içindeki telgrafhane ile yurdun her yanıyla iletişim kuruldu ve yerel direnişler telgraf telleri aracılığıyla bir çatı altında teşkilatlandırılabildi. 118 gün süren bu zorlu mücadele, 23 Nisan’da 1920’de Meclis’in açılmasıyla farklı bir evreye geçecekti.

Mustafa’dan Atatürk’e...

İdama mahkûm edildi

11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal, İstanbul’da toplanan Divan-ı Harp tarafından idama mahkum edildi. 24 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal’in idam kararını padişah onayladı. İstanbul’daki annesi Zübeyde Hanım, bu zor günlerde evladıyla ilgili idam kararından duyduğu sıkıntı ile felç geçirdi. Büyük önder ve kahraman komutanın kalbi, Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinde bir yandan İstanbul’daki annesinin tasasına da dayanmak zorundaydı.

Zaferle vatan kurtuldu

Karargâhı Ankara’da kurulan ve Meclis tarafından yönetilen milli mücadele ile emperyalizm destekli Yunan güçleri Sakarya nehri hattından öteye geçirilmedi. 1921 yazındaki Sakarya Savaşı ile Yunan Büyük Taarruzu durduruldu. Sıra artık taarruzla düşmanı Anadolu’dan sökmeye gelmişti. 26 Ağustos 1922 sabahı; plan gereği topçu atışı Kocatepe’den saat 04.30’da başlayacaktı. Ancak gün doğumuna doğru Afyon Ovası’nın üstünde hafif bir sis vardı. Mustafa Kemal bir taşın üstüne oturmuş, savaşın bütün olasılıklarını beyninin kıvrımında hesaplıyordu. Arkasında Fevzi ve İsmet Paşa ile Kolordu Komutanı Bekir Sami Bey duruyordu. ‘Bir milletin zafer duası’ gibi sessiz geçen 30 dakikalık bir bekleyişin ardından sis ağır ağır dağıldı. Saat 05.00 gibi topçunun tanzim ateşi başladı. Tanzim atışı; hedefe gönderilen merminin düştüğü yer hesaplanarak hedefin asıl koordinatlarının belirlenmesine yarayan atış demek. Mustafa Kemal, ayağa kalktı ve Allah’a yakardı:

“Rabbim! Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa gökkubbe başıma yıkılsın, daha iyi. Anam! Bize dua et!”

26 Ağustos’ta başlayan büyük saldırı, 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlandı. 30 Ağustos 1922’deki büyük zafer ile vatanın kurtuluşu sağlandı. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, yeni Türk Devleti’nin uluslararası  arenada tescili oldu. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Atatürk, yeni Türk Devleti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Kısa sürede yoksul Anadolu’nun içinden yeni ve modern bir devletin filizlenmesini sağladı. Soyadı kanunu çıkınca 24 Kasım 1934’de Meclis tarafından Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verildi.

Son rapor

Atatürk’ün hastalığıyla ilgili hekimlerin son raporunda, “Reisi Cumhur Atatürk’ün umumi hallerindeki vehamet dün gece saat 24.00’te neşir edilen tebliğden sonra her an artarak bugün 10 İkinciteşrin (Kasım) 1938 perşembe sabahı saat dokuzu beş geçe büyük şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir” ifadesi yer aldı. Naaşı, 21 Kasım 1938 günü törenle geçici istirahatgâhı olan Ankara Etnografya Müzesi’nde toprağa verildi. Anıtkabir yapıldıktan sonra ise 10 Kasım 1953’te ebedi istirahatgâhına defnedildi.