R ahmet ve bağışlanma mevsimi olan Ramazan’ı Allah’ın emirlerine uyarak, kötü söz söylememeye, kötü davranışta bulunmamaya gayret ederek geçirdik. Uykumuzu bölüp kalktık. Malımızdan infakta bulunduk. Soframızı başkalarıyla paylaştık. Duaların geri çevrilmediği iftar ve sahur vakitlerinde, Rabbimizden bağışlanma talebinde bulunduk. Ramazan bitiyor ancak onun bize kattığı güzel alışkanlıklarla Ramazan’dan sonraki hayatımızı güzelleştirmeye devam etmeliyiz. İyi hallerimizde ısrar etmeli, kötü alışkanlıklarımıza dönmeme hususunda kararlı olmalıyız.
Allah’a kullukta devamlılık esastır. Ramazandaki ibadet heyecanının daha sonra da devam ettirilmesi gerekir. Ramazan’da yoksullara yardım eden sonrasında da muhtaçları gözetmeli, kul hakkı yememek için titizlik göstermelidir. Ramazanda kötü sözlerden uzak kaldığımız gibi sonrasında da başkalarını incitmemeye dikkat etmeliyiz. Bu konularda Rabbimiz’den yardım dilemeliyiz. Kur’an’la olan ilgimizi kesmeyelim.
Tevbemizin bozulmasına fırsat vermemeliyiz
Ramazan ayındaki tevbelerimize bağlı kalarak her gün biraz daha iyi ve güzel insan olmak için çaba göstermeliyiz. “Eğer siz sâlih/güzel davranış sahibi bir kimse olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.” (el-İsrâ, 25). Rabbimiz tevbe ederek sâlih amellere yönelen kullarını her türlü sıkıntıdan kurtarır. Hasan-ı Basrî’ye farklı zamanlarda dört kişi gelir. Biri kuraklıktan, diğeri fakirlikten, öteki tarlasının verimsizliğinden, dördüncüsü de çocuğunun olmayışından şikâyette bulunarak yol göstermesini isterler. Onları sükûnetle dinledikten sonra her birine de Allah’tan bağışlanma istemelerini tavsiye eder.
Yanındakiler kendisine: “Efendim, bu kimselerin dert ve sıkıntıları farklı farklı, fakat siz hepsine aynı şeyi tavsiye ettiniz?!” derler. Hasan-ı Basrî onlara cevaben Hz. Nûh’un dilinden şu âyet-i kerîmeleri okur: “Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!” (Nûh, 10-12). Şunu da unutmamak gerekir ki hiçbir zaman; “Allah nasılsa günahları affeder, O çok merhametlidir.” şeklinde nefsânî fısıltılar ve şeytânî düşüncelerle tevbelerimizin bozulmasına fırsat vermemeliyiz.
Hz. Peygamber döneminde bayram sabahı
Hz. Peygamber Ramazan Bayramı’ndaki bağışlanma müjdesini şu şekilde ifade etmiştir: Bayram sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler: “Ey Müslümanlar! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol bol iyilik ve ihsanda bulunur. Siz geceleri ibadetlerinizi yerine getirdiniz, gündüzleri de oruç tuttunuz ve Rabbinize itaat ettiniz. Mükâfatınızı alınız”. Bayram namazını kıldıktan sonra bir münadi şöyle seslenir: “Müjdeler olsun size! Rabbiniz sizi bağışladı, evlerinize doğru yola ermiş olarak dönünüz”.
Hz. Peygamber döneminde bayram namazları musallâ (namazgâh) denilen genişçe bir alanda kılınırdı. Resûlullah bayram namazına gitmeden önce yıkanır, güzel koku sürer, en güzel elbiselerini giyer, birkaç hurma yedikten sonra dışarı çıkardı. Namaza giderken ve evine dönerken farklı yollardan geçmeyi tercih ederdi. Bayram namazına kadınlar ve genç kızlar da katılırdı. Âdet halindeki kadınlar bile bayram namazı kılınan yere gidip, arka saflarda yer alarak, Peygamberimiz’in hutbesini dinlemişler ve yapılan dualara katılmışlardır. Allah Resûlü önce bayram namazını kıldırır, sonra da ayağa kalkıp cemaate dönerek hutbe okur, nasihatte bulunurdu. Daha sonra arka saflarda bulunan kadınların yanlarına giderek onlara da öğüt verir, onları sadaka vermeye teşvik ederdi. Peygamberimiz bayram hutbelerinde çokça tekbir getirirdi.
Varlığımızın aynası: Yüzlerimiz
Hayatımızda çok farklı yüzle karşılaşıyoruz. Masum bakışlı, güven veren, tebessümü içten yüzler olduğu gibi, yalancı gülüşler, gurur ve hırs barındıran yüzler de var.
Kur’ân-ı Kerim’de hem müminler hem de inkarcılar ve günahkarlarla ilgili yüz ifadelerine rastlarız: “Onların yüzlerinde nimetlerin sevincini görürsün” (el-Muttaffifîn 83/24).
“Bazı yüzler o gün pırıl pırıl parıldayacak, gülecek ve sevinecekler” (Abese 80/38-39). “O gün nice yüzler de vardır ki, toz toprak içindedirler kapkara kesilmişlerdir” (Abese 40-41)
Hz. Peygamber sevgisi yüzüne akseden, görenlerin mest olduğu, gülümsemesiyle de yürekleri fetheden bir insandı. Ka’b b. Malik: “Resulullah tebessüm ettiğinde, sanki bir ay parçası gibi yüzü parlardı.” diyor. Görünüş olarak torunu Hz. Hasan Efendimiz’e çok benzerdi. Bir gün, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali birlikte yürürken yolda arkadaşlarıyla oynayan Hz. Hasan’a rastlarlar. Hz. Ebu Bekir onu tutup omzuna alır ve “Ali’ye değil Peygamber’e benzeyen sevimli çocuk!” diyerek sever. Hz. Ali de bu sahneyi tebessüm ederek izler.
Enes bin Mâlik anlatıyor: Resulullah vefatından önceki hastalığı sırasında mescide çıkamamıştı. Son gün
namaz için kamet getirildiğinde Ebû Bekir mihraba geçti. Allah Resulü odasındaki perdeyi mübarek eliyle kaldırdığında tertemiz yüzü ortaya çıktı. Biz o ana kadar o parlak yüzden daha güzel bir görüntüyle karşılaşmamıştık. Allah Rasûlü, Ebû Bekir’e, “öne geç” diye eliyle işaret etti ve perdeyi indirdi. İşte ondan sonra vefat edinceye kadar güzel yüzünü bir daha görmek nasip olmadı.
Yoksulların annesi
Peygamber Efendimiz’in eşlerinden Hz. Zeyneb eli işe yatkın, maharetli bir hanımdı. El emeği göz nuruyla diktiği deri eşyaları çarşıda sattırarak gelirini muhtaçlara sadaka olarak dağıtırdı. Bu nedenle kendisine ümmü’l-mesâkîn (yoksulların, gariplerin annesi) denirdi. Hz. Aişe’nin aktardığına göre eşlerinden bazıları Efendimiz’e “vefatınızdan sonra hangimiz sana daha önce kavuşacak” diye sorduklarında “kolu en uzun olanınız” cevabını almışlardı. Bunun üzerine annelerimiz bir araya geldiklerinde kollarını ölçmeye başladılar. Hz. Zeyneb’in vefatıyla anlaşıldı ki Peygamberimiz’in uzun kollu olmaktan kastettiği, sadaka verme özelliğiydi. Merhameti, ibadete düşkünlüğü ve takvasıyla da meşhur olan Hz. Zeyneb’i Efendimiz evvâhe (yumuşak huylu ve yürekten dua eden) şeklinde nitelendirmişti. Hz. Aişe de “dindarlıkta, doğru sözlülükte, takvada, akraba haklarını gözetme hususunda Zeyneb derecesinde bir kadın görmedim” diyerek onu takdir etmişti.
Şevvâl orucu
Allah’a önce farzlarla, sonra da zorunlu ibadetlerin dışındaki nafilelerle yaklaşılır. Bu açıdan Hz. Peygamber’in Ramazan’dan sonraki şevvâl ayında nafile oruç tutmanın faziletine dair kim “Ramazanı oruçla geçirip buna şevvalden altı gün ilâve eden kimse bütün yılı oruçlu geçirmiş gibi olur” şeklindeki sözleri (Müslim, “Sıyâm”, 204) önemlidir. Bu orucun bayramın hemen ardından ara verilmeden tutulması daha faziletli sayılmakla birlikte aralıklarla tutulması da mümkündür. Allah Ramazan ayında yaptığımız ibadetlerimizi kabul etsin. Evlerimize ve işlerimize huzur ve bereket versin.
Hazreti Ali’den bir dua
“Allah’ım, benden daha iyi bildiğin şeyler için beni bağışla. Ben sana yönelirsem, sen de bana mağfiret et. Allah’ım söz verip vefa göstermediklerim için de beni bağışla. Sana yaklaşmak için dilimle söylediğim halde, sonradan kalbimin yalanladıkları için de beni bağışla. Allah’ım, gözlerin insanı şaşırtan işaretlerinden, faydasız sözlerden, ağzımın ve kalbimin kötülüklerinden sana sığınıyorum.”
BİR HADİS
“Orta yolu tutunuz. Amellerinizi güzelleştirmeye çalışınız. Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Günün değişik saatlerinde ibadet ediniz… Geceden faydalanmaya bakınız. Aman acelesiz, telaşsız gidiniz ki, varacağınız hedefe ulaşasınız” (Buhârî, Rikak 18)
Edirne Eski Cami
Eski Cami, Edirne kent merkezindedir. Edirne’de zamanımıza ulaşmış ilk orijinal abidevi yapı olarak da bilinir. Caminin yan kapısı üzerindeki kitâbeye göre mimarı Konyalı Hacı Alâaddin, kalfası ise Ömer ibn-i İbrahim’dir. Caminin, kuzey ve kuzeydoğu kısımlarında birer minaresi bulunur. Osmanlı tarihinde Fetret Devri diye anılan dönemde Süleyman Çelebi tarafından
1403 yılında inşaasına başlandı. I. Mehmed tarafından 1414’te tamamlandı. Osmanlı padişahlarından II. Ahmed ve II. Mustafa’ya bu camide kılıç kuşanma törenleri yapıldı. 1749 yılında yangından, 1752’de ise depremden zarar gören cami; I. Mahmud döneminde onarıldı. II. Murat döneminde Edirne’ye gelen ve camide vaaz verdiği Söylenen Hacı Bayram Veli’nin anısına duyulan saygı nedeniyle vaaz kürsüsü imamlarca kullanılmamaktadır. Ayrıca Kâbe’den getirildiği rivayet edilen ve mihrabın sağında bulunan
Kâbe tası, özel bir ziyaret noktasıdır.