17.04.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
GÖRKEM EVCİ
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, eğitime aç köy çocuklarını kısa bir zaman diliminde öğretmenle buluşturması, o günün koşullarında imkansıza yakındı. Ne insan kaynağı ne de ekonomik durum buna izin veriyordu. Ancak ülke nüfusunun çoğunluğunun toplandığı köylerin eğitim imkanına kavuşması da bir zorunluluktu. Eğitim programları için yabancı uzmanlar getirilmiş ama istenilen sonuç alınamamıştı. Atatürk, Milli Eğitim Bakanlarını sık sık değiştiriyor, eğitimde “eski alışkanlıklardan kurtulmuş”, yerli ve yeni bir program başlatacak birini arıyordu.
1935 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na Saffet Arıkan getirildi. Arıkan, eğitimci değil, asker kökenli bir siyasetçiydi. Ama CHP içindeki ve bürokrasideki yönlendirmelere kapılmadan eğitim için ciddi bir seferberlik başlatacağına inanılıyordu. Öyle de oldu. Arıkan, ilköğretimi baştan ele alıp kısıtlı imkanlarla yeni bir program oluşturacak birini aramaya başladı. Aranan kan kısa zamanda bulundu. Gazi Eğitim Enstitüsü’nde resim öğretmenliği ve yöneticilik yapan İsmail Hakkı Tonguç, aynı yıl İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine getirildi.
Çocukken verdiği söz
Bir köy çocuğu olan ve zor şartlar altında okuyan Tonguç, köyde eğitime ve eğitimde fırsat eşitliğine önem veriyordu. 1914’te daha çocukken Balkanlardan, Tuna boylarındaki bir köyden İstanbul’a gelip okumak için bir Osmanlı Paşası’ndan yardım istemiş, Paşa ona “Evladım, parası olan okur, olmayan okuyamaz. İstanbul’da okumayı kolay mı sanıyorsun sen?” deyince “Görürsün sen, parası olmayan okur mu okumaz mı? Senin gibiler yüzünden babalarımız cahil kalmış, yoksul düşmüşler. Ne yapıp edip okumanın yolunu bulacağım. Benim gibi çocukların okuması için ömrümün sonuna kadar çalışacağım. Koca Paşa, eğer ömrün olursa nasıl okuduğumu görürsün. Yazıklar olsun senin paşalığına!” diye söylenmişti. Köy Enstitüleri, işte bu isyanın eseri olacaktı.
‘Türk Pestalozzi’
Tonguç’a göre “köy sorunu, bazılarının sandığı gibi tek düze bir köy kalkınması değil anlamlı ve bilimsel düzeyde köyün içten canlandırılması” idi. Şöyle diyordu Tonguç: “Öylesine canlandırılmalı ve bilinçlendirilmeli ki onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin, köle ve uşak yerine koyamasın.” Tonguç, bu düşünceleri ve eğitim alanındaki uygulamaları nedeniyle “el ile bilinci birlikte geliştirmek düşüncesi”nin mimarı, “yoksulların kurtarıcısı” olarak anılan İsviçreli pedagog Pestalozzi’ye benzetilecek, “Türk Pestalozzi” diye anılacaktı.
Devrim gibi rapor
Tonguç, 32 bin köye öğretmen yetiştirmenin klasik yöntemlerle 70 yıl süreceğinin farkındaydı. Atatürk’ün de önerisi ile askerliklerini çavuş ve onbaşı olarak yapmış gençlerin 9 aylık bir hazırlama döneminden sonra köylere öğretmen olarak gönderilmesi kararlaştırıldı. Ardından Tonguç’un hazırladığı çok detaylı bir rapor 1935 sonlarında Başbakan İsmet İnönü’ye sunuldu. Raporda öğretmen yetiştirmek için yeni öneriler sıralanıyor, öğretmen okulundan çıkacakların yüzde 90’ı köyde çalışacağı için öğretmen adaylarının da köyden ve köy çevrelerinden alınması gerektiği belirtiliyordu. Rapora göre öğretmen adayları, köy yaşamıyla ilgili her türlü bilgiye sahip olarak yetiştirilmeliydi. İnönü’nün de desteği ile öneriler hükümet tarafından kabul edildi. Öneriler çerçevesinde kısa süreli eğitim veren eğitmen kursları ve köy öğretmen okulları açıldı. Bu okullar, Köy Enstitüleri’nin öncüsüydü.
‘Yaparak, yaşayarak öğrenme’ modeli
“Yaparak, yaşayarak öğrenme modeli” olarak özetlenen özgün bir eğitim sisteminin uygulandığı Köy Enstitüleri, öğrencilerin emekleri ile inşa edildi. Enstitülerde karma eğitim uygulanıyordu. Köylerden gelen öğrenciler mezun olduktan sonra köylere dönerek eğitim verecekleri için pek çok alanda donanımlı olmak zorundaydı. Bu nedenle klasik kültür derslerinin yanı sıra tarım, hayvancılık, arıcılık, marangozluk, biçki, dikiş gibi köy hayatında gerekli olacak alanlarda da eğitim alıyorlardı. Amaçları yalnızca öğrencileri eğitmekle sınırlı değildi, bütün köy halkını eğitmek için çalışıyorlardı.
Veysel ve Su ders verdi
Öğrenciler derslerin yanı sıra sanatla da iç içeydi. Her öğrenci en az bir müzik aleti çalmayı bilirdi. Mandolin, saz ve keman grupları vardı. Enstitülerde müzik dersi verenler arasında Aşık Veysel ve Ruhi Su da bulunuyordu.
Açık hava tiyatrosu
Köy Enstitülü öğrencilerin yakından ilgilendiği bir diğer sanat dalı da tiyatroydu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğrencilerin kendi elleriyle inşa ettikleri bir açık hava tiyatrosu bile vardı. Carl Ebert, Ulvi Uraz, Cüneyt Gökçer gibi isimlerin eğitim verdiği Köy Enstitülerinde yerli ve yabancı pek çok oyun sergilendi. Dünya klasiklerini okumak da zorunluluktu.
Enstitüler, köyleri yalnızca “ekmekle” değil, kitapla, müzikle, sanatla, demokrasiyle buluşturma adımıydı.
Sadece öğretmen olmadılar
Köy Enstitüleri’ne yöneltilen eleştirilerden biri, bu projenin, köylülerin eğitim alıp yine köye gönderilmesiyle sınıfsal ayrımın sürdürülmesine hizmet ettiği yönündedir. Oysa Köy Enstitüsü mezunları arasından pek çok hukukçu, akademisyen, yazar, ressam, müzisyen ve politikacı da çıktı. Köy Enstitüsü mezunu bazı yazarlar şunlardır: Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Ümit Kaftancıoğlu, Adnan Binyazar, Pakize Türkoğlu, Kemal Burkay, Yusuf Ziya Bahadanlı, Ahmet Telli...
21 Köy Enstitüsü
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kurulan 21 Köy Enstitüsü şunlardır:
Akçadağ (Malatya), Ladik Akpınar (Samsun), Aksu (Antalya), Arifiye (Sakarya), Beşikdüzü (Trabzon), Cılavuz (Kars), Çifteler (Eskişehir), Dicle (Diyarbakır), Düziçi (Adana), Erciş (Van), Gölköy (Kastamonu), Gönen (Isparta), Hasanoğlan (Ankara), İvriz (Konya), Kepirtepe (Kırklareli), Kızılçullu (İzmir) Ortaklar (Aydın), Pamukpınar (Sivas), Pazarören (Kayseri), Pulur (Erzurum), Savaştepe (Balıkesir)
Hasan Ali Yücel dönemi
1938’de Milli Eğitim Bakanlığı’na Hasan Ali Yücel getirildi. Eğitimde büyük hamle işte şimdi başlıyordu. Tonguç’un hayalleri gerçeğe dönüşecekti. 1939’daki 1. Eğitim Şurası’nda Yücel, ismini koymadan Köy Enstitülerini anlattı: “Köylerimizde nasıl öğretmen gereksinimi varsa demirci, inşaatçı, kooperatifçi gerekensinimi de vardır. Geleceğin öğretmenleri, klasik öğretmenler gibi yalnızca abece öğretmekle kalmayacaklar, köyde geçerli ek bir meslek edinecekler, çocuklara, köylülere bu mesleği öğretecekler.”
Tonguç, hayalinin ismini de koymuştu. Bu okullar yalnızca öğretmen ve köye yararlı bireyler yetiştirmekle kalmayıp köylerin sorunları için çalışmalar yapan kurumlar olacağı için isimleri “Köy Enstitüsü” olacaktı. 17 Nisan 1940’ta çıkarılan kanunla Köy Enstitüleri resmen kuruldu.
Demokrat Parti kapattı
Köy Enstitüleri ile ilgili 1. Eğitim Şurası’ndaki cılız itirazlar, 1943 yılındaki 2. Eğitim Şurası’nda gün yüzüne çıktı. İş eğitimi, demokratik yaşam biçimi, özellikle karma eğitim eleştiri konusu oldu. Öğrencilerin geniş bir söz ve karar hakkına sahip olması “solculuk” işareti sayılıyor, üniformalar da “komünist modası” olarak görülüyordu.
İnönü, baskılara dayanamadı
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye, Batı ve Sovyet Rusya arasında bir tercih yapmak zorunda kalmış ve Batı ile yakınlaşmıştı. Bu dönemde Türkiye’de yükselen “antikomünizm” CHP içinde de karşılık buluyordu.
Türkiye, Batı bloğu ile yakınlaşmasının sonucu olarak çok partili hayata da geçmişti. Bu yeni ortamda toplumsal ve siyasal baskılara dayanamayan İsmet İnönü, kurulması ve geliştirilmesinde emek verdiği Köy Enstitüleri’ni koruyamadı. 1946’da Köy Enstitüleri karşıtı olan Reşat Şemsettin Sirer’in Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilmesi ile birlikte kıyım başladı. Pek çok yönetici ve öğretmen görevden alındı, Köy Enstitüleri’nin eğitim programı değiştirildi. Amacından uzaklaştırılan okullar, 1954’te Demokrat Parti iktidarında “İlköğretmen Okulları”na dönüştürülerek kapatıldı.