27.12.2009 - 01:34 | Son Güncellenme:
HABER MERKEZİ
Atatürk’ün silah arkadaşı ve İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ölümünün 36. yıldönümü nedeniyle düzenlenen anma töreninde kızı Özden Toker, onun çok iyi bir aile resi olduğunu, annesiyle birbirlerine çok büyük sevgi duyduklarını, ancak vatan sevgisinin bütün bunların önünde geldiğini belirtti.
Genelkurmay karargâhındaki Orbay Salonu’nda konuşan Özten Toker bu sevgiyi vurgularken, “Babamın eşine ve çocuklarına çok bağlı bir aile reisi olduğu bilinir. Buna dayanarak sizlerle, annemden dinlediğim çok eski bir anıyı paylaşmak istiyorum” dedi ve şunları anlatı:
Anadolu’ya çağrıldığı an
“Tarih 19 Mart 1920. Süleymaniye’deki evlerinde annem Mevhibe Hanım, ve babam Miralay İsmet Bey, 3 aylık oğulları İzzet’in başındalar. Babam Ahmet İzzet Paşa’yı (harbiye nazırı) ziyarete gitmeye hazırlanıyor.
Evin selamlık tarafına bir misafir geldiğini haber veriyorlar. Gelen Saffet Bey (Arıkan). Mustafa Kemal’in ve İsmet’in yakın arkadaşı.
- Seni Ankara’dan Mustafa Kemal çağırıyor. Hazır mıyız?
İsmet Bey hiç duraklamadan.
- Hazırım, hemen hareket edelim diyor.
Karşı evde oturan annesinin elini öpüyor, babası evde yok, onunla vedalaşamıyor. Genç eşine sarılıyor, oğlunu bağrına basıyor ve evden çıkıyor. Elbisesini değiştirmek bile aklına gelmiyor. Jaketatayının üzerine paltosunu geçirip, başına kalpağını takıyor. Yanına bir harita bir de şemsiye alıyor.
‘Bir kez ardına bakmadı’
Evden çıkan Miralay İsmet Bey ileride görünen Harbiye Nezaretine doğru yürümeye başlıyor. Odasının penceresinden, kafes arkasından onu heyecanla izleyen Mevhibe Hanım, onun arkasına dönüp eşine bir bakmasını boşuna bekliyor.
Hızlı adımlarla, ilerleyip gözden kayboluyor.
Annem bana bunları seneler sonra anlatırken hâlâ inanamıyordu: ‘Bir defa bile başını çevirip arkasına bakmadı. O kadar rahat kararlı, hatta huzurlu görünüyordu ki. Sanki ailesinden, evinden ayrılmıyor, asıl şimdi onlara kavuşmaya gidiyordu.’
Annem haklıydı. Babamın kendi ailesinden daha fazla sorumluluğunu duyduğu vatanına olan bağlılığı, sevgisiydi. Vatanının ona ihtiyacı olduğunu görünce, diğer bütün ilişkiler, sevgiler arkada kalıyordu.”
Politika hayatının özeti
Özden Toker, İsmet İnönü’nün politika hayatını özetleyen bir sözünü de şöyle aktardı:
“Babam diyor ki, ‘İktidardan ayrıldıktan sonra vatandaşlardan saygı ve sevgi görmek Türkiye’de çok görülen bir şey değildir. Ama bu bir siyasetçinin en büyük mutluluğudur. Ben bu mutluluğa kavuştuğum için kendimi çok şanslı görüyorum. Bu bakımdan çok mutluyum.’
Onu kaybettiğimiz zaman babam Bakanlar Kurulu kararı ile Anıtkabir’e defnedildi.”
‘TİPİK TÜRK AİLESİYDİK’
Babasının aile hayatına ve mütevazılığa çok önem verdiğini kaydeden Özden Toker “Orta halli tipik bir Türk ailesi olarak yaşadık. Gösterişten, abartılı hayattan çekindik” dedi ve şöyle devam etti:
“Hiçbir zaman onun korktuğu gibi ‘şatafat ve azamet içinde dolaşmadık’ kendimizi kimseden üstün görmedik. Hesabımızı, kitabımızı hep bildik. Borçtan korktuk. Her şeyimizi paylaştık. Masamızda devlet sorunları da konuşulur, ramazanda iftar sofraları da kurulurdu. Babam bütün aile bireylerini bir arada tutmaya çalışırdı. Biz bu saygıyı, sevgiyi, beraberliği görerek büyüdük.
Babam hayatının son günlerinde, 3 kardeş, her birimizi teker teker yanına çağırarak, annemize sahip çıkmamızı, aramızda iyi geçinmemizi vasiyet etti.”
‘Harp okuluna gidemedik ama evde tam askeri eğitim aldık’
Sivas’taki Askeri Rüştiyede başlayan sonra İstanbul Harp Okulu ve Harp Akademisinde devam eden eğitimin babasının hayatını yönlendiren, onu hem asker İsmet Paşa hem devlet adamı İsmet İnönü yapan en başlıca unsur olduğunu da belirten Toker, “Annemden duyduğuma göre babam askerlik mesleğinin ailemizde devam etmesini arzu edermiş” dedi.
Üç kardeş miyop oldukları için harp okuluna gidemediklerini ama evde babadan tam bir askeri eğitim aldıklarını kaydeden Toker bu konuda da şunları söyledi:
“Babamın bizim şımarık çocuklar olarak büyümemizden çok korktuğunu sonraki yıllarda öğrendik. Pembe Köşk’te sofra arkadaşlarına bu korkusunu şöyle anlatırken duyduk:
‘Genç bir subayken, zamanın bazı Saray ve Bab-ı Ali Erkanının çocuklarının birçok şımarık davranışlarını duyardık. Büyük bir şatafat ve azamet içinde dolaşırlar, bizim gibi insanlara hiç yüz vermezlerdi. Ama sonra harpte subay olarak yanıma geldiklerinde görevi ne kadar zor kabul ettiklerini gördüm.
Benim çocuklarımda böyle şımarık büyüyecekler, bir işe yaramaz insanlar olacaklar diye ödüm kopardı ama şansım varmış böyle olmadılar.’
Eğitimde temel kurallar
Çocukları şımarık olmayacak, dürüst, doğru sözlü, disiplinli ve saygılı olacaklar.
Bu birinci kural.
İkinci kural ise çocukları o devrin bazı gençleri gibi işe yaramaz insanlar olmayacaklardı. Çalışmasını bileceklerdi.
1946’da Ömer’e yazdığı bir mektupta ‘Amerikalıların çalışkanlığı dikkatini çekmiş. Bende de bildiğim halde gene bir uyanma, silkinme yaptı. Zengin kudretli memleket gene çocukluğundan beri ne kadar çalışkan. Yalnız bu çalışma şuuruna nüfuz etmek için Amerika’ya gitmen değerdi’ diyordu.
Çalışmak ama yalnız derslere kapanmak değil, güzel sanatlara, spora da vakit ayırmak.
Erdal’a, ‘Hiç nefes almayarak çalışmak usulü verimli değildir. Aksine, türlü sebeple insanı hedeften daha uzak düşürür. Hülasa başarın için, hava, müzik, spor hepsinin kararınca lüzumunu unutma’ derdi.
Bizlere doğru değerleri benimsetti. Bize iyi örnek oldu.
Çalışkan olmakta yetmiyordu. Bizim olumlu işler yapmamız, vatanımıza, milletimize hizmet etmemiz lazımdı.
Ağabeylerime yazdığı mektuplarda hep vatan, millet sevgisini, sorumluluğunu, hizmetini aşılıyordu.