Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - On binlerce kişinin hayatını kaybettiği, yüz binlerce kişinin hayatını değiştiren Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat Depremleri'nin bugün 1. yıl dönümü. Depremin arkasında bıraktığı yıkım ve yaşattığı acılar hâlâ tazeliğini korumaya devam ederken, tüm Türkiye'yi yasa boğan felaket, ardında hafızalara acı bir şekilde kazınan yüzlerce kare ve hikâye bıraktı. Antakyalı Şerif Ölmez'in hikâyesi de onlardan yalnızca biri. Elinde bisküviyle Hatay'daki evinin enkazının başında, "Dünden beri yiyemiyorum, çocuklarıma verecektim" diyerek ağladığı görüntüler, izleyen herkesin yüreğini dağlamıştı. Çocukları için sakladığı bisküviyle milyonları ağlatan Şerif Ölmez (61), bu görüntülerden tam 2 ay sonra akciğer kanserine yakalandı. Ölmez, 48 yaşındaki eşi Halime, 16 yaşındaki kızı Cansu, 14 yaşındaki oğlu Savaş ve 3 yaşındaki oğlu Oktay'ı defnettikten sonra 9 ay boyunca yaşam mücadelesini sürdürse de geçtiğimiz yıl 19 Aralık'ta hayata veda etti. Birçok kişinin yüreğine dokunan Şerif Ölmez'in deprem anından son nefesine kadar yaşadıklarını, kardeşi Ahmet Ölmez ve kızı Hülya Karataş Milliyet.com.tr'ye anlattı.
'YIKIMIN ÖNÜNDE OTURMUŞ AĞLIYORDU'
"Merhum Şerif Ölmez ağabeyimdi. 4 erkek, 2 kız olmak üzere 6 kardeşiz. Şerif gitti, geride biz kaldık. Depremde Antakya'da kalıyorduk. Şerif ağabeyim deprem gününde çalıştığı için kurtuldu. Maalesef eşi ve 3 çocuğu enkazın altında kaldı. Ayrı mahallede oturuyorduk. Bizim binamız orta hasar aldı, yıkım olmadı. Yağmurluydu, çok soğuktu, çaresizdik. Biz çıktığımızda normal bir deprem oldu sandık ancak gün aydınlandığı zaman felaketin farkına vardık. Telefonlar, her şey koptu. O gün birbirimize ulaşamadık. Akasya Mahallesi'nde çok yıkım olmadı ancak abimin oturduğu mahalle maalesef yerle bir oldu" diyerek yaşadığı felaketi anlatan Ahmet Ölmez, abisinin yanına gittiğinde gördüğü tabloyu şöyle aktardı:
"Yanına geldiğimizde perişan bir haldeydi. Enkazın önünde oturmuş ağlıyordu. Bisküvi tuttuğu röportajı yayınlandığında yanında değildik, ulaşamadık. Abimi ilk gördüğüm anda sarılıp ağlamaya başladık, çaresizdik. Enkazı kaldırmaya çalıştık ancak ne kadar göçtüğünü bilemiyorduk. Hiçbir şey elimizden gelmiyordu, kepçeler yetişemiyordu. Sözün bittiği yerdeydik. İlk 3 gün enkazları çıkarana kadar enkazın başında bekledik. Enkaz kaldırma ekipleri geldiğinde onların başında durduk. İlk önce yengem ile 3 yaşındaki yeğenim Oktay çıktı. Onları toprağa verdikten 2 gün sonra Cansu ve Savaş'ı da çıkarabildik."
'ELİNDE BİSKÜVİ HİÇBİR ŞEY YEMEDİ, İÇMEDİ, KONUŞMADI'
Bütün bu felaketler yaşanırken Şerif Ölmez'in kızı Hülya Karataş, Kıbrıs'taydı. Deprem haberini görümcesinin aramasıyla öğrendi. Telefonuna sarılıp babasını aradığında, baba Şerif Ölmez feryat figan ağlıyordu. Hülya Karataş deprem bölgesine depremin 4. günü yetişebildi. Gittiğinde babası tek bir lokma bile yiyememişti. Babasını ilk gördüğü anları şöyle anlattı:
"Ben babamı gördüğümde köydeydi, amcamlardaydı. Hâlâ depremdeki kıyafetleriyle üstü başı çamur halde duruyordu. Köye sabah 05.00'te yetiştim. Uyuyordu, sesimi duyunca kalktı. İnanın bize öyle bir sarıldı ki sadece nefes alıp veriyordu, hiç konuşamadı. 1 saat boyunca eşimle benim elimi aldı, göğsüne koydu. Bir saat sadece nefesini dinledim. Kız kardeşimi gösterdik, enkazdan akşam çıkarabilmiştik. Ertesi gün sabah defnedeceğimizde görmek istedi. 16 yaşındaydı Cansu'muz. Yüzünü görünce kaldıramadı. Oradaki feryadını unutamadım. Sadece 14 yaşındaki erkek kardeşim Savaş'ı gösteremedik, çok darbe almıştı. Asla yemek de yemiyordu. Ben zorlayarak yediriyordum. Ben gelmeden önce kayınlarım, 'Elinde bisküvi hiçbir şey konuşmuyor, yemiyor, içmiyor' demişti. Çok büyük acıydı."
'KANSERE YAKALANDIĞINI ÖĞRENİNCE BİR DAHA YIKILDIM'
Şerif Ölmez'in acısı bir türlü geçmek bilmedi. Her gece çocuklarının mezarına gidiyor, toprağa sarılıp ağlıyordu. Kızı Karataş, "Mesela ben gece arıyordum, 'Babacığım, ne yapıyorsun?' diyordum, 'Mezarlıktayım' diyordu. Zaten babam kaldıramadığı için kansere yakalandı. Kaç gün aç kaldı. Hâlâ montu, elinde tuttuğu o bisküvisi dolapta gözümün önünde duruyor" diyerek yaşadıklarını anlattı.
Şerif Ölmez yaşadığı büyük acılardan sonra 2-3 ay içinde toparlanmaya başlamıştı. Kardeşi ve kızı, Şerif Ölmez'in kendisine geldiğini düşünürken amansız hastalığa yakalandığını öğrendiler. Şerif Ölmez'e kanser olduğunu kimse söyleyemedi. "Depremden önce hamallık yapıyordu, günde 3-4 kamyon domates indirip kaldırıyordu. Sağlığı yerindeydi. Belki kanserdi, etkilenmiyordu ama işte ailesini yitirince çok üzüldü, çok ağlar oldu. Gece gündüz mezarlıktan çıkmıyordu. Kanser tespiti konduğunda ben bir daha yıkıldım. Akciğer kanserine yakalandı. Yapacak bir şey yoktu. Tespit edildiğinde 4. evreyi geçmiş dediler. 'Sadece tedaviyle acısını dindirebiliriz' diyorlardı" diyen kardeş Ahmet Ölmez, abisi "Niye iyileşemiyorum?" dediğinde onun yanında oluyor, moral vermeye çalışıyordu. Kızı Hülya Karataş da babasının hep iyileşeceği yönünde umutları olduğunu söylüyor, ölümü babasına yakıştıramadığı için hiçbir zaman öleceğini düşünemiyordu.
KÜÇÜK OĞLU OKTAY'IN YANINA DEFNEDİLDİ
Şerif Ölmez, günden güne kötüye gidiyordu ancak hep bir umudu vardı. Ta ki 19 Aralık günü gelene kadar. Hastalığının ilerleyen günlerinde vücudu su toplamaya başladı. Yemek yiyemiyor, yürümekte zorlanıyordu. Rahatsızlandığı bir gece kalbinde su birikmesi sebebiyle ameliyata alındı. Ameliyatta kalbi dursa da hayata geri döndürüldü. Ancak Şerif Ölmez daha fazlasına dayanamadı. Akşam saatlerinde hayata veda etti.
Şerif Ölmez'in vefatıyla birlikte Ölmez ailesinin evine ikinci bir ateş daha düştü. Şerif Ölmez, Hacıpaşa Köyü'ne bisküvi yediremediği küçük oğlu Oktay'ın yanına defnedildi. Hülya Karataş, "Oraya kardeşlerimi defnetmek istemişti, o zaman müsaitlik olmamıştı. Kardeşlerime nasip olmadı ama babama nasip oldu. Hepimize çok düşkündü fakat Oktay'a ayrı bir düşkündü. Çok küçüktü, ona hiç dayanamadı" dedi. Yaşadıkları acıların hâlâ dün gibi taze olduğunu, depremden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, "Antakya'mız artık yok. Dümdüz, hiçbir şey kalmadı" sözleriyle anlatan Hülya Karataş ve Ahmet Ölmez, sözlerini şöyle noktaladı:
'HAYATIN HİÇBİR TADI KALMADI'
Hülya Karataş: Hayat çok kısa. Türkiye olarak çok büyük bir acı yaşadık. Onlar orada perişan, biz burada onlardan haber almak için perişan olduk. Tabii ki ne söylersek teselli olmayacak ama inşallah el birliğiyle yaramızı saracağız. Ölenlere Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun. Bütün Türkiye'mizin başı sağ olsun, kalanlara Rabbim ömür ve sabır versin. 'Hepimizin başı sağ olsun' diyorum ama acıyı ilk günkü gibi hissediyorum. Bizim bölgede kaybımız çok olduğu için acıdan başka hiçbir şey yok. Kıbrıs'ta Antakyalı arkadaşımız çok, 6 Şubat denilince bizi çok derin bir hüzün kaplıyor.
Ahmet Ölmez: Depremden önce bir umutla yaşıyorduk. Sevdiğimiz insanları kaybettikten sonra hayatın hiçbir tadı kalmadı. Artık günlük yaşıyoruz, hiçbir şeyi önemsemiyoruz. 'Çalışayım, birikim yapıp da mal sahibi olayım' gibi bir derdimiz kalmadı. Burada hiçbir şey kalmadı; her yer çöl gibi, hayat bitti. Hayattan hiçbir beklentimiz yok. Evlendirecek yaşta çocuklarım var. Onları evlendirip mürüvvetlerini görmeyi bile eskisi kadar isteyemiyorum. Duygularımız tükendi. Dayım, dayımın kızı, halamın kızı, eniştelerimiz, amcamın çocukları, soy ismimizden yaklaşık 25-30 kişi gitti. Bu acıyı hâlâ yaşıyoruz. Ne zaman hatırlasak içimiz paramparça oluyor. Fakat bunun yanı sıra milyonlarca insan yanımızda durup acımızı paylaştı, minnettarız. Allah kimseye böyle bir acı vermesin. Tabii ki her şey maddi değil, manevi destekler de bizi duygulandırıyor. Abim yüzlerce insandan rahmet aldı. Maddi olarak bir beklentimiz yok, dualarınızı bekliyoruz.