23.11.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
NİL KURAL
Cannes’dan iki kez Altın Palmiye kazanmış birkaç yönetmen arasında yer alan Luc Dardenne ve Jean-Pierre Dardenne’nin yeni filmi ‘Meçhul Kız’ (La fille inconnue), bu akşam gerçekleşecek Başka Sinema gösteriminde izleyici karşısına çıkacak. Türkiye’de ticari gösterime girmeyecek film, doktor Jenny karakterine odaklanıyor. Jenny, bir gün mesai saatleri dışında gelen birine kapısını açmıyor. Sonra kapısını çalan genç kadının öldürüldüğü ve kimliğinin bilinmediğini öğreniyor. Kendisini bu kızın kimliğini ortaya çıkarmaya adıyor. Politik sinemanın önde gelen isimleri Luc ve Jean-Pierre Dardenne ile bu yıl Cannes’da yarışan ‘Meçhul Kız’ı konuştuk.
- Filmlerinize başlarken bir görüntünün size ilham verdiğini söylersiniz. Bu kez de öyle mi oldu?
Luc Dardenne: Bu kez değil. Başlangıç noktası kolay değildi. Bir arkadaşımızdan duyduğumuz bir olaydı. Arkadaşımız bir doktordu ve bir araştırma süreci geçirip, genel kontrolüne gittiği bir okulda, bir uyuşturucu trafiğini ortaya çıkardığını anlattı. Bu doktorun bir dedektif veya polis olmamasına rağmen adalete katkıda bulunmasından etkilendik. Buradan yola çıkıp ‘Meçhul Kız’ın hikâyesini oluşturduk. İşi acıları dindirmek olan bir doktorun ‘meçhul bir kız’ın çağrısına kulak vermemesi ve onun ölmesi eksenini oluşturduk. Suçluluk duygusu ve hesap verme dürtüsünden yola çıktık. Böylece araştırmaya başlıyor. Araştırmanın amacı kızın kimliğini bulup ona bir tür yeniden hayat verme çabası. İsmi belli olmazsa hiç yaşamamış olurdu. Aslında kendine acıma hissinde boğulmayıp harekete geçmek üzerine de öykü.
- Filmde bu araştırma sadece ‘meçhul kız’ın değil, herkesin kendi kimliğini bulma sürecine dönüşüyor.
Luc D.: Doğru ama bizim odaklandığımız kızın kimliğini bulmanın Jenny için bir saplantıya dönüşmesiydi ve onu değiştirmesi. Jenny için dönüm noktası özel sektörde parlak bir gelecekten vazgeçip kliniği devralmaya karar vermesi oluyor. Bizim için bu yeterliydi. Sorumluluklarınızla hareket etmeye karar verdiğinizde hayatınızın akışı değişir.
- Suçluluk duygusu neden sizin için önemli?
Jean-Pierre Dardenne: Suçluluk duygusunu bir sürü filmimizde işlediğimiz doğru. Birini insan yapanın başkalarına karşı sorumluluk duyması olduğunu düşünüyoruz. ‘Rosetta’, ‘Oğul’ ve ‘Lorna’nın Sessizliği’nde de suçluluk duygusuyla ilgilendik. Burada suçluluk duygusunu yaratan kişi bir tür hayalet. Meçhul kızı hiç görmüyoruz. Sadece tek bir siyah beyaz karede gözüküyor. Ama doktorun zihninde yaşıyor. Film ilerledikçe varlığı, hem doktorun hem diğer insanların zihninde güçleniyor. Bizce hepimizin paylaştığımız hastalık, kayıtsızlık ve kendi çıkarlarımızı tek kıstas yapmak. Şunu fark etmemiz gerek, başkalarına bir şeyler borçluyuz. Böyle düşünmezsek kendi kafesimizde kapalı kalırız.
- Sizce bu kayıtsızlığı siyasilerden başlayarak herkes paylaşıyor mu?
Luc D.: Evet. İzleyicilere kalmış bunu fark etmek. Birçok gazeteci Jenny’nin kapıyı açmamasıyla Avrupa’nın göçmenlere kapıları kapaması arasındaki paralelliği gördü. Bu yorum yapılabilir. Ama filmin amacı bu değildi. Biz kendi hassasiyetlerimizle çektik.
‘Doktorun yaşını değiştirdik’