27.10.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
İsmail Şahin
Aradan 30 yıl geçti. Utanç trenleri ile yapılan bu yolculuk dünya tarihinde 20’nci asrın ayıbı olarak yerini aldı. Bulgaristan Göçmenleri 30 yılda Türkiye’ye çok şey kattı ama Türklüklerine hep dil uzatıldı
Bulgaristan’dan ‘Zorunlu Göçün 30. Yılı’ Türkiye genelinde çeşitli etkinliklerle anıldı. Birçok ilde düzenlenen anmaların en çok ses getireni ise Bursa’da organize edildi.
Uludağ Üniversitesi’nin Görükle Kampüsü’nde yapılan ve Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu (BGF), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Bursa Valiliği İl Göç İdaresi, Uludağ Üniversitesi ve Diplomasi Araştırmaları Derneği (DARD) tarafından düzenlenen etkinlikte zorunlu göçün acımasızlığı bir kez daha anlatıldı. ‘Etnik arındırma siyasetine karşı’ Türklerin mücadelesi gözyaşlarıyla hatırlandı.
20’nci yüzyılın sonuna doğru yaşanan insanlık ayıbında Todor Jivkov liderliğindeki Bulgaristan, 1960’lardan beri baskılara maruz bıraktığı Türk ve Müslüman azınlıklara karşı son olarak 1984’te kapsamlı bir isim değiştirme politikası uygulamaya başladı. Resmi kayıtlara göre 1 milyon 390 bin Türk’ün ismi zorla değiştirildi. Evde, sokakta Türkçe konuşmak, sünnet ve diğer ibadetler yasaklandı. Direnen binlerce Türk hapislere gönderildi. Barışçıl protestolar Bulgaristan silahlı güçleri tarafından silahla bastırıldı. Çoğu faili meçhul yüzlerce Türk öldürüldü.
Soyguna da uğradılar
Bu göç trajedi olduğu kadar bir soygun göçüydü. O günlerde normalde 50 stotinki olan vesikalık fotoğrafın çekimi 50 levaya, bir pasaportun bedeli ise 5 bin levaya kadar çıkmıştı. Türk halkının alın teriyle yıllarca biriktirdiği Bulgar belediye ve emniyet memurlarının, şoförlerin ve fotoğrafçıların cebine girdi. Evleri bedava alındı.
1989 yılında Cumhurbaşkanı Özal, “Jivkov sen de gel” diyerek kapıları açtı. Mayısta başlayan zorunlu göç ile 70 günde 345 bin Türk utanç trenleriyle, kendisini koştuğu at arabası ve üç beş parça eşyasıyla anavatana geldiler.
Zorunlu göç mağdurları, ilk geldiklerinde kamplarda çadırlarlarda, akrabası olan akrabasının yanında yerleşti. Çalışkan ve hemen hemen hepsi meslek sahibi olan Bulgaristan Türkleri, hükümete yük olmadan kısa sürede iş bularak sosyal hayata uyum sağladı. Türkiye’nin de kalkınmasına büyük katkıları oldu. Ama kendilerini Türk toplumuna kabul ettirmeleri uzun yıllar sürdü.
‘Tolerans yoktu’
Kendisi de zorunlu göçe maruz kalan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve tarih bölümünden Doç Dr. Neriman Ersoy Hacısalihoğlu, Milliyet’e yaptığı açıklamada o dönem Lüleburgaz Kepirtepe’de kurulan çadır kampında kaldıklarını belirterek şunları söyledi: “Ağustos ayında sınırlar kapandı. Kapanmasa bu süreç ne olacaktı. Teyzem her şeyini sattı ama Türkiye’ye gelemedi, ortada kaldı. Ben üniversiteyi Türkiye’de okudum. O dönem ev kiralamaya gittik. Aylık 100 lira olan ev için 200-250 lira para istediler bizden. Ama biz ve buraya gelenler devlet bize yardım edecek beklentisi içine girmedi. 30 yıl sonrasında baktığımızda göçmenlerin bu ülkeye katkıları beni mutlu ediyor ama o zaman bu kadar tolerans yoktu.”
Göç, insanlığın tarihiyle neredeyse aynı yaştadır. İnsanoğlu, daha iyi bir yaşam kurmak, daha fazla yiyecek bulmak ve varlığını sürdürebilmek için ‘zorunlu’ göç ederek dünyaya yayılmış, verimli topraklara ulaştıkça da yerleşik hayata geçmiştir. Yakın zamanda köyden kente yapılan göçlerde de yine daha iyi bir hayat umudu vardır.
Bulgaristan’da 1984-89 yılları arasındaki dönemde Türklere yönelik uygulanan asimilasyon politikaları sırasında yüzlerce Türk katledildi. Bunların büyük bir kısmı faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Bulgaristan’ın açıkladığı resmi rakamlara göre ise bu süre zarfında yaşanan olaylarda 9 Türk’ün öldüğü söyleniyor. Göç sürecindeki kayıplar aradan geçen 30 yıldan sonra yeni yeni araştırılmaya başlanıyor. Bu konuda araştırmalar yapmak üzere birçok genç akademisyen Balkan kökenli hocaları tarafından yönlendiriliyor.