03.02.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
Evrensel Bir Gazeteci Abdi İpekçi - 3 / Burcu Karakaş
Bir delilik yaptık beraber...
Hakkı Öztınaz (96), nam-ı diğer “Hakkı Baba”, Bâbıâli camiasına 1932 yılında giren bir isim. Meşhur “Tan Matbaası Baskını”na tanıklık edenlerden. Abdi İpekçi ile tanışıklığı ise 1951 senesine, İstanbul Ekspres gazetesine uzanıyor. Bir süre sonra İpekçi Milliyet gazetesine geçiyor ancak kendisi Tan Matbaası’nda kalıyor:
“O gitti, ben kaldım. Sonra beni de istediler, oraya transfer oldum. Milliyet, Nuruosmaniye’de bina yapıp yeni makine getiriyordu. Beni Almanya’ya gönderdiler. Milliyet’in ilk makinesini oradan ısmarladım. Böylece Abdi Bey’le Nuruosmaniye’deki binada tekrar buluştuk. Yeni makineler aldık, ofsete döndük. İlk Ay fotoğrafını Abdi Bey zamanında rotatifte bastık. Bir delilik yaptık Abdi Bey’le beraber. Ofsete geçmediğimiz zaman kurşun kalıplarla basardık. Abdi Bey bizle beraber klişelerin altına kâğıt keserdi, bize yardım ederdi. Çok dakikti. İşçi gibi çalışırdı. Ne yazı işleri müdürü gördüm, onun gibi görmedim.”
Yeni makineler, yeni dönem. Milliyet çalışanları, bu yeni düzene uyum sağlama çabası içindedir. Baskı şefi olarak görev yapan Öztınaz, özlemle andığı o günleri, Abdi Bey’in kendisinden nasıl çekindiğini gülerek anlatıyor:
“Abdi Bey çok ciddiydi, şaka falan yapmazdı. Az gülerdi. Benden çekinirdi. Makineleri bodruma yeni kurmuştuk. Herkes tabii acemi. İnmezdi aşağıya, ‘Gidersem beni tersler’ derdi! Her gün görüşüyorduk. İyi arkadaştık. Kızardım ben, ‘Hep böyle mi olacak, şu sayfaları biraz erken ver’ derdim. ‘Tamam tamam’ derdi. Her gün işe giderdik. Kağıtların içinde yatardık. Gözümüz kapalı Milliyet’te çalıştık. Babıâli’de o dönem bağlılık vardı, neşe vardı. Çok erken kaybettik. İşin başından ayrılmazdı. Çok iyi bir yazı işleri müdürüydü. Daha öyle biri gelmez. Efendi, işten anlar, temiz, titiz... Melek gibi adamdı. Kimseye zararı olmayan bir insan. Kimin aklına gelirdi öldürüleceği. Canavarlık...”
Benim adım Abdi İpekçi
Üniversite öğrencisi genç bir delikanlı. Futbola çok meraklı ama gelin görün ki mahalle takımında bile yedek kalıyor! Bir yandan da kalemi kuvvetli, yazılar yazıyor. Mizaha ayrı ilgisi var. Bir gün “Şut” adlı haftalık spor dergisinde bir tanıdığının vesilesiyle yazısı çıkıyor. Sevinci, bu yazının ortasında görüp şaşırdığı karikatürle perçinleniyor. Bu delikanlı, Halit Kıvanç. İpekçi ile yolları işte böyle kesişiyor:
“Dergiyi elime aldım, yazımın ortasında tatlı bir karikatür. ‘Galatasaray Lisesi’nde bir çocuk yapıyor’ dediler. ‘Çağırın, tanışalım o zaman’ dedim. Derslerinin az olduğu bir öğleden sonra geldi ve tanıştık. Gazetede ismim çıktığı için, ‘Ben Halit Kıvanç’ım’ demedim. ‘Merhaba’ dedim. O da bana, ‘Merhaba, benim adım Abdi İpekçi’ dedi. Şimdi masal gibi geliyor, değil mi... Ahbap olduk. O lise çağında, ben üniversitedeyim. Sonra benim yazılarımı karikatürlemeye başladı. Milliyet’te spor sayfası yapılacağı zaman asansöre binmeden hemen üç kat yukarı çıkıyor. Fenerbahçeli ekiple yaptığı kavga ne? Fenerbahçe, Galatasaray’ı 2-0 yenmiş. ‘Küçük veriyorsunuz’ diyor Galatasaraylı Abdi. ‘Adamın hakkı bu, 5-0 yenmemiş’ diyoruz. Galatasaray, Fener’i 4-0 yeniyor. Bu sefer, ‘Çok methetmişsiniz, olmaz. Tarafsız olalım’ diyor. Kendisi nasıl hasta, koyu Galatasaraylı... Benden 4-5 yaş küçük Abdi’den ilk öğrendiğim, tarafsız olmaktı. Doğruluktu, dürüstlüktü.”
İpekçi seninle çalışmak istiyor
Mustafa İstemi, yakın çevresinin hitap ettiği şekliyle “İstemi Abi”, Ankara’da Günaydın gazetesinde çalışmakta, aynı çatı altındaki Saklambaç gazetesinin de sorumlusudur. Bir gün, dönemin Milliyet Ankara Temsilcisi Orhan Tokatlı çağırır. Transfer teklif eder. Milliyet’in önerdiği maaş mevcut maaşından azdır. Öte yanda da magazin haberinden sıkılmıştır. Çok ısrar eden Tokatlı, İstemi’yi ikna etmek için can evinden vurur:
“İstekli değildim ama Tokatlı son vuruşunu yaptı. ‘Abdi İpekçi seninle çalışmak istiyor’ dedi. O sözler karar vermem için yetmişti. 1 Haziran 1977’de Milliyet Ankara büroda çalışmaya başladım.”
İpekçi, İstemi’den siyasi magazin fotoğrafları çekmesini ister. “Senden güzel fotoğraflar bekliyorum” demeyi de ihmal etmez. “İnşallah altından kalkarız” deyince, “Sen yaparsın yaparsın” der ve İstemi’nin hayatı boyunca unutamayacağı bir an yaşanır:
“Sağ eliyle sırtımı sevgiyle sıvazladığını hatırlıyorum. O zaman o hareketi bir yönetici yaklaşımı olarak değerlendirmiştim. Yıllar sonra altın gibi bir kalbe sahip İpekçi’nin işte taviz vermeyen sert bir yapısı olduğu yazıldı çizildi. O zaman, ‘Benim sırtımı sıvazladı’ diye bağırmak istemiştim.”
Ankara’ya her gidişinde haberlere genelde İstemi’yle giderler. İpekçi, Ankara’daki bazı geceleri mesai arkadaşlarına ayırır. Milliyet çalışanlarına moral olan bu güzel saatlerde, meslektaşları İpekçi’nin yakınlığını hisseder:
“Fotoğraf konusunda ‘Şöyle çekelim, böyle yapalım’ diye bir sözünü hiç hatırlamıyorum. Bir gece Turhan Feyzioğlu, Güven Partisi Genel Başkanı’ydı. Farabi Sokak’taki evine gitmiştik. Dönüşte ‘Yürüyelim mi’ diye sormuştu. Hayır diyecek halim yoktu tabii. Cinnah yokuşunun ıssızlığından Atatürk Bulvarı’na indik. Söyleşiyi nasıl bulduğumu sordu. Görüşümü almak istiyordu. O an dehşeti yaşadığımı hatırlıyorum. Alçakgönüllülüğüne hayran kalmıştım.”
İpekçi, suikasta uğradığı gün Ankara’da Bülent Ecevit’le görüştükten sonra İstanbul’a döner. Ankara bürodan ayrılırken herkesin elini teker teker sıkar. İşte o gün, İpekçi’nin gönlünde yara kalır:
“Nereden bilecekti ki bir veda tokalaşması olduğunu... Suikast haberi Ankara’ya ulaştığında ilk aklıma gelenin ‘Keşke kucaklamış olsaydık’ olduğunu hatırlıyorum.”
BİTTİ