25.05.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Dr. Kamil Yaşaroğlu
Diğer yandan, “Sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi dileyen Allah’tır” buyrularak yeryüzünün imar görevi de insana yüklenmiştir. Ancak insanın tabii ve dini bir görevi sayılan yeryüzünü imar faaliyeti tabiat tahrip edilmeden yapılmalıdır. Müslüman ahlakı bunu gerektirir. Hayatı kuşatan her konuda kendi yaşamı ile bizlere örnek olan Hz. Peygamber bu konuda da uygulamaları ile bir Müslüman’da çevreye karşı olması gereken davranış şekillerinin ana çerçevesini çizmiştir.
Sit alanı ilan etti
Peygamber Efendimiz Medine’de imar faaliyetlerine katılarak yaşadığı şehrin bayındır hale gelmesi için çalışmıştır. Hz. Peygamber’in Medine’nin merkezinden itibaren her yöne doğru yaklaşık 30 kilometrekarelik bir alanı koruluk (harem) bölgesi, yani bir nevi sit alanı ilan ettiğini ve ağaçların kesilmesini, dallarının kırılmasını, yaprakların koparılmasını, hayvanlarının avlanmasını yasakladığı rivayet edilmektedir. Yine Hz. Peygamber, gölgesinde yolcuların, hayvanların gölgelendiği çöl bitkisi sidr ağacını kesmeyi yasaklamıştır.
Mekke ve Medine’yi harem alanı ilan ederek oralarda ağaç kesmeyi ve avlanmayı yasaklayan Hz. Peygamber, Tâif halkı Müslüman olmak üzere Medine’ye bir heyet gönderdiklerinde de, hazırlanan anlaşma metnine Tâif bölgesi vadilerinin de koruma altına alındığı ve orada bitki örtüsünü tahrip etmenin, avlanmanın yasaklandığını, bu yasağa uymayanların cezalandırılacağını içeren bir madde koydurarak, Tâif’i de koruma altına almıştır. Peygamber Efendimiz yaşadığı şehrin ve avluların temiz tutulmasına, mescidin temizlenip güzel koku ile kokulandırılmasına, içme sularının yakın çevresine çöp dökülmemesine yönelik emir ve tavsiyelerde bulunmuş, bitki ve hayvanların korunmasına özen göstermiştir.
‘Allah pak ve zariftir’
Evin dış dünyaya uzantısı sayılan avlularda ve çevredeki boş alanlarda çöplerin bekletilmeyip temiz tutulması ile ilgili “Allah pak ve zariftir, paklık ve nezafeti sever” sözleriyle uyarılarda bulunmuştur. Hatta kırların, yolların önemine binaen yollardan rahatsız edici bir şeyin kaldırılıp atılmasını “imandan bir şube” olarak nitelendirmiştir.
Peygamber Efendimizin ağaç dikmeye teşvik eden; “Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı var ve onu dikmeye vakit bulabilirseniz onu dikin”; “Kim bir ağaç dikerse onun için ağaçtan hasıl olan ürün kadar Allah sevap yazar”; “Her kim boş, kuru ve çorak bir araziyi ihya ederse bu davranışından dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan faydalandıkça orayı ihya edene sadaka yazılır”; “Müslümanlardan bir kimse bir ağaç dikerse o ağaçtan yenen mahsul mutlaka onun için sadakadır. Yine o ağaçtan çalınan meyve de onun için sadakadır. Vahşi hayvanların yediği de sadakadır. Kuşların yediği de sadakadır. Herkesin ondan yiyip eksilttiği mahsul de onu dikene ait bir sadakadır” hadis-i şerifleri de çevre bilinci oluşturmaya yönelik teşvik edici ifadelerdir.
“Merhametli olanlara Rahman da merhamet eder. Yerde olanlara merhametli olun ki, gökte olanlar da size merhamet etsinler” buyuran Efendimizin uygulamaları tüm canlılara karşı hakkaniyet ölçüsünde hareket etmek gerektiğini öğretir.
BİR AYET “Şüphesiz Allah size adâleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Düşünmeniz için size böyle öğüt verir.” (en-Nahl 16/90) |
Güzergâhı değiştirdi
Bir sefer sonrası, yavrularıyla uyuyan köpeği rahatsız etmemek için ordunun güzergâhını değiştirmesi çağlar ötesinden günümüzün hayvan hakları savunucularına ufuk açacak niteliktedir. Hz. Peygamber, hayvanlara kaba kuvvet uygulanmasını yasaklamış, dövüşmeleri için kızıştırılmalarını, zevk için avcılık yapılmasını, men etmiştir. Kuş yuvalarının bozulmasını ve yavrularının alınmasını yasaklamış, evcil hayvanların ve ağıllarının temiz tutulmasını ve yavrularına hassas davranılmasını istemiştir. Efendimizin yeryüzünün mescid kılındığına dair atıfları yeryüzünün kutsal olduğunu ve korunması gerektiği gösterir. Bu yaklaşım, hem İslâm’daki tabiat görüşünün hem de çevrecilik anlayışının temeli ve en başta gelen prensibidir. Efendimizin temizliğin imandan olduğunu, bununla birlikte akarsu dahi olsa abdest alırken israf edilmemesi gerektiğine dair uyarıları da Müslümanların sahip olması gereken dengeli bir çevre bilincinin temelini oluşturur.
(“Hz. Peygamber’de Çevre Duyarlılığı” konulu makaleden yararlanılmıştır. Din ve Hayat Dergisi, Nisan 2008, s. 28-30)
Ortaköy Camii (Büyük Mecidiye Camii)
İstanbul’un sembol camilerinden biri olarak Beşiktaş Ortaköy sahilinde yer alan Ortaköy Camii, asıl adıyla Büyük Mecidiye Camii, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Dönemin önde gelen mimarlarından Nigoğos Balyan tarafından yapımına başlanılan cami 1853’te ibadete açılmıştır. Cami, mimari yapıdan oldukça çekici bir tasarıma sahiptir. Barok üslubuna uygun olarak inşa edilmiştir. Boğaz’a vuran ışıkları farklı açılardan da almaktadır.
Caminin pencereleri büyük ve yüksektir. Her Osmanlı camisinde olduğu gibi Ortaköy camiinde de hünkâr ve harim bölümleri yer almaktadır. İki minaresi olan cami, tek bir kubbeye sahiptir. Kubbede yer alan mozaikler pembe renklidir. Cami duvarlarında yer yer çini sanatına da rastlanır. Cami Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2011’de ibadete kapatılmış ve restore çalışmalarına başlanılmıştı. 3 yıl süren bu çalışmalar sonucunda 2014 senesinde cami yeniden ziyarete açıldı. Bugün hem ibadet için hem de Sultan Abdülmecid tarafından İstanbul boğazına kazandırılan eseri görmek için birçok kişi ziyaret etmektedir.
Sultan Abdulmecid, camiye hat sanatını kullanarak Allah, Muhammed ve dört büyük halifenin isimlerini yazmıştır. Kubbede yer alan bu isimler camiye daha farklı bir hava kazandırmıştır.
BİR HADİS “Kim ki yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah Teâlâ o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına (yani oruç tutmasına) değer vermez.” (Buhârî, Savm, 68) |
Cennetlik ve cehennemlik iki kadın
Bir adam Peygamberimize, “Ey Allah’ın Resûlü, falan kadın çok (nafile) namaz kılar, oruç tutar ve çok sadaka verir. Yalnız dili ile komşularını incitir” dedi (ve Peygamberimizin bu kadınla ilgili değerlendirmesini sordu) Peygamberimiz, “O, cehennemdedir” buyurdu.
Adam, “Ey Allah’ın Resûlü, falan kadın da az namaz ve orucu ile anılır ve kendi yaptığı Keş’den bir miktar da sadaka verir. Ancak (iyi ahlâkı sebebiyle) komşularına eziyet etmez, dedi (ve bu kadın hakkındaki görüşünü sordu).
Peygamberimiz, “İşte o kadın cennettedir” buyurdu. (Ahmet b. Hanbel, Müsned, II, 440)
Vergi zekat yerine geçer mi?
Vergi, kamu harcamalarını karşılamak amacıyla toplanmaktadır. Kamu dendiği zaman toplumu oluşturan zengin-fakir, Müslüman-gayrimüslim bütün fertler bunun içine girer. Zekât ise belirli kişilere verilebilir. Dolayısıyla verginin zekât yerine geçmesi, harcama kalemleri açısından mümkün değildir. Vergi, devletin vatandaşı olmanın bir gereğidir. Her bir vatandaş kamu hizmetlerinden faydalanır. Devlet de bu hizmetleri görebilmek için vatandaşlarından belirli oranlarda vergi alma hakkına sahiptir. Bir anlamda vergi, mal sahibi olabilmenin zorunlu bir gideri mahiyetindedir. Bundan dolayı müslümanlar vergilerini ödedikten sonra geriye kalan mallarından zekâtlarını vermelidirler.
Sadaka taşı
Osmanlı toplumu, vakarından dolayı fakirliğini gizleyenlere, ihtiyaçlarını kimseye açamayanlara, “alan el” olmanın ezikliğini yaşatmamak ve onları istemek zorunda bırakmamak için zarif bir yardım yolu olarak “Sadaka Taşı”nı geliştirmiştir. Bu uygulama, insan onurunu kırmadan yardımlaşmayı sağlamak amacına yöneliktir. Sadaka taşları, genellikle, birkaç sokağın birleştiği bir köşede; imaret veya diğer sosyal yardım kurumlarının, mescit, cami gibi ibadethanelerin yakın çevresinde bulunmaktadır. Fakirler sadaka taşında birikenlerden sadece ihtiyacı olan şeyleri ve muhtaç olduğu miktar kadarını alarak, kalanını başkalarına bırakmaya özen göstermişlerdir. Günümüzde sadaka taşlarının büyük kısmı bir kenarda unutulmuş, bir kısmı da değişen dünya şartları ve sosyal, kültürel hayat sebebiyle kullanılmaz hâle gelmiştir.