23.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Önder Yılmaz / Ankara
Önder Yılmaz / Ankara - Dünya Avrupa’da ve Çin’de sel, Amerika’da yangın felaketi ile sarsılırken, TBMM İklim Araştırma Komisyonu’nda yer kürenin doğal kaynaklarının “hoyratça” kullanıldığı tespiti yapıldı. Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alp Erinç Yeldan, ülkelerin ayak izini (footprint) yani üretim, tüketim ve dünya kaynaklarını kullanma oranlarını incelediklerini, bu yolla hangi ülkenin bu kaynakları nasıl tükettiğini araştırdıklarını belirterek, komisyonda “Eğer dünyada yaşayan 8 milyar insan Türkler gibi üretip, tüketseydi ne olurdu?” sorusunu gündeme getirdi.
Yeldan, komisyon üyesi milletvekillerinin meraklı bakışları eşliğinde, yöneltiği soruya yine kendisini cevap verdi. Yeldan, “şu anda 8 milyar küsur dünya insanı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı alışkanlıklarıyla tüketim ve üretim yapsaydı gezegenimizin kaynaklarını bir sene içinde tüketiyor olurdu” dedi.
‘Kirleten öder’
Prof. Dr. Yeldan, TBMM İklim Araştırma Komisyonu’na yaptığı sunumda, Avrupa Yeşil Mutabakatı ile Türkiye’nin fırsatlarının neler olduğu ve kaçırmaması için neler yapması gerektiğini anlattı. Avrupa’nın çevreye dost gıdanın yanısıra, yeşil finans biçimleri ve yeni finansal krediler oluşturulması yönünde adımlar attığını aktaran Yeldan, yeşil merkez bankacılığı kavramına değinerek “öyleki artık ‘yeşil Merkez Bankacılığı’ dile getiriliyor. Merkez bankalarının sadece artık enflasyon hedefi, fiyat istikrarı değil; doğrudan doğruya yeşil finans içerisinde, yeşil merkez bankacılığı, yeşil kredilerin tahsisi gibi konularda yönlendirilmesi ön görülüyor. Bunlar bizim gibi yüksek enflasyonlu Merkez Bankası fiyat istikrarı hedefi çerçevesinde tartışılan, neredeyse devrim niteliğindeki yeni kavramlar” ifadelerini kullandı. Yeldan Türkiye’nin Paris Anlaşmasını onaylamayarak karbona bir fiyatlama getirmemesi halinde “kirleten öder” prensibine göre Türk firmalarının hayal edemeyeceği karbon vergisi tehdidiyle karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.
30 milyar $ vergi yükü
Türkiye’nin herhangi bir şok yaşanmazsa 2030’da 5.3 trilyonluk bir ekonomiye ulaşacağının öngörüldüğünü bildiren Yeldan, karanlık tabloyu şöyle özetledi:
“Eğer ki Avrupa Yeşil Mutabakatı altında ihracatımıza ton başına 30 avro karbon maliyeti vergi uygulanırsa ve Türkiye, Paris Anlaşması’nı imzalamaz ve bu yalnızlaşma içerisinde gerek Yeşil Finans gerek Yeşil Kredi gerekse de doğrudan yabancı sermaye yatırımları içerisinde yeşil dönüşümlere kapılarını açmazsa millî gelirimizde 145 milyar TL’lik kayıp olacak, bu kabaca yılda 30 milyar dolar demek. 30 milyar dolar, kabaca Türkiye’nin bir yılda cari işlemler açığına denk düşüyor. Yani bugünkü dış açık dengemize bir o kadar daha fazla yük getirecek bir tehditle karşı karşıyayız.”
Vakit kaybı
Dünyada 60’tan fazla ülkenin “net sıfır emisyon” hedefi koyduğunu, Türkiye’de en azında emisyon azaltımının bir siyasi iradeye dönüşmesi gerektiğini söyleyen Yeldan, “Türkiye’nin Paris Sözleşmesi’ni imzalaması vakit kaybından başka hiçbirşey ifade etmiyor. Elimizi kolumuzu bağlayan bir olgu yok ama çok önemli fırsatlar var” dedi.
‘Dünyanın gidişatı sürdürülebilir değil’
Yeldan, ülkelerin ayakizini (foootprint) yani üretim, tüketim ve dünya kaynaklarını kullanma oranlarını incelediklerini, gezegenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını dünya ülkelerinin nasıl tükettiklerini araştırdıklarını belirtirken, “Eğer dünya sadece bir ülkenin vatandaşlarının alışkanlıklarıyla üretiyor, tüketiyor, pazarlıyor ve kullanıyor olsaydı kaç tane dünyaya ihtiyacımız olurdu? Örneğin 8 milyar insan Türkler gibi üretip tüketseydi ne olurdu?” diye sordu. Yeldan, yönelttiği soruya yine kendisi şu çarpıcı yanıtı verdi:
“8 milyar küsur dünya insanı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı alışkanlıklarıyla tüketim ve üretim yapsaydı gezegenimizin kaynaklarını bir sene içinde tüketiyor olurdu. Petrol zengini Orta Doğu ülkeleri Katar, Bahreyn gibi tüketim yapıyor olsak, dünyamızın kaynakları çoktan tüketilmiş olurdu. Sözün özü şu; gezegenimizin kaynaklarını çok hoyratça kullanıyoruz. Kaynakları tasarruf edecek, sürdürülebilir bir biçimde ileriki nesillere aktaracak bir tüketim ve üretim desenine sahip değiliz.”